BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

6. Arap-Aramca ve Arapça: Çok Eski Arapçadan İlk Standart Arapçaya (M.Ö. 200-600) – THE QUR’AN IN CONTEXT (Bağlamı İçinde Kur’an) Özet

Yazar: Ernst Axel Knauf,  Bern üniversitesinde doçent olup, araştırma alanları İbranice İncil, Sami epigrafisi ve İslam öncesi Arabistan’dır. Birçok eseri, makaleleri, sözlük maddeleri yayımlanmış olup, son eseri Joshua, 2008 de yayımlanmıştır).

Arapça M.Ö. 600 yıllarına kadar bir yazı dili değildi ve o zamana kadar dünyanın gördüğü en son imparatorluğun iletişim dili haline de gelmiş değildi. Muhammed Mekke’den Medine’ye intikal ettiğinde, arkasında yaklaşık 1200 yıllık  dokümanı olan bir tarih vardı. Daima olduğu gibi “lehçeler”  standart dilden öncedirler. Arapçanın bir ortak dil ( lingua franca)  olarak ortaya çıkmasının en önemli değilse de sebeplerinden birisi, Nabat ticaret imparatorluğunun sosyo-linguistik etkisi idi. İşte onların “Eski Arapça”sıdır ki, ondan standart Arapça ve  VIII/IX yy.  “Klasik Arapça”sı ortaya çıkmıştır(s.197).

1.Görünmezi  Aramak  veya  (örneğin Dilsel)Tarih Yapmak

Sosyal bilimci temsili örnekleri bugünkü mevcut dünyadan seçer ve alır. Tarihçiler ise pek çok örnekleri  yolu üzerinde/yol  boyunca  fırlatılmış/atılmış olarak bulur ve bunların neyi  ne ölçüde temsil ettiğini merak eder. Bir dilin yeniden inşası tarihini şekillendiren  sosyal ve ekonomik tarihtir, yani insan kitlelerinin tarihidir. Dilsel tarihi yazıtlardan veya başka metinlerden hareketle yeniden kurmak, bunları okumaktan öte zihinsel entelektüel bir çabayı da gerektirir. Kayalar ve taşlar üzerindeki  yazılar gözle görülmekte  ise de, bu yazıları yazanların ve muhataplarının sesleri ortada yoktur. Aynı şey sözlükler için de geçerlidir. Mesela bir Nabatlı’nın İbranca ya da Aramca olarak  millet, halk anlamına gelen bir kelimeyi kullandığında  hakiki anlamda “millet” ten bahsettiğini düşünmek naivlik olur. Çünkü Nabat sosyal yapısı bağlamında bu kelime birbirleriyle akraba olan savaşçı erkekler gurubu anlamına gelir(s.198).

1.1.İşlevsel Çokdillilik

Suriye ve Arabistan’da  MÖ. 600 ile MS. 600 arasında çok dillilik bir istisna değil kural idi. İnsanlar farklı düzeylerde de olsa birden fazla dili farklı sosyal bağlamlarda ve farklı amaçlarla konuşup yazıyorlardı. Madaba piskoposluk bölgesinden Ürdün bölgesine kadar olan bölgede VI. yy yazıtlarının büyük çoğunluğu Yunancadır. Ama o günlerde Aramca – nadiren yazılı olarak kullanılmış olsa da- bölgenin dili idi. Madaba halkı VI. yy’da Madaba halkı (bu topraklarda tek bir Aramca yazıt bırakmamış olsalar da) sadece Aramca konuşmuyorlar aynı zamanda İncilleri de Aramca idi.

Erken dönem standart Arapça olarak tek yazıt Nebo dağının hemen aşağısında Uyûn Mûsâ(Musa Pınarları)nda ve Hırbet el-Muhayyat’ta bulunan  bir-iki kelimelik bir Suriye-Filistin  yazıtıdır(s. 199).

1.2.Standart Dillerin Zuhuru

Standart bir dilin zuhuru için köy, klan ve kabile sınırlarının ötesine geçen bir etkileşim sıklığının mevcudiyeti  öngörülür. Standart diller devletlerin, imparatorlukların ve bir tür(bölge üstü) bir “dünya”nın oluşumuyla paralel bir seyir izlerler. Standart diller daima yazılı dillerdir; yazılı olanın konuşulana üstünlüğü, nesilden nesle sürdürülen eğitim sayesinde –bazı doğal dirençlere rağmen –  morfolojik standartların tesisini ve muhafazasını mümkün kılar.

Standart bir dilin konuşulan versiyonları dahil bütün diller birer “diyalekt/lehçe” olarak görülebilir. Dillerin evrim/gelişimi yazıtların, hayvan yaşamının evrimine  benzer; dar boğazlardan geçişler söz konusudur: Belli bir zamanda dinozorların ( tavuğa evrilenler hariç) nesli yok olur; bazı memeliler  ise varlığını sürdürür ve hayvanlar krallığının gelişecek olan bir başka familyasına yol açar.

Mesela ilk(el) Kenani yazıtların çoğunun MÖ. 1000’li yıllarda ortadan kaybolması, buna mukabil bugün kullanılan İbranca, Aramca, Arapça, Yunanca, Latince ve Kiril yazılarının babası veya dedesi olan Finike yazısının varlığını sürdürmesi gibi. Keza Arapçanın kendisinden ayrılarak oluştuğu Kenani alfabe,  MÖ. 2000 sonlarında Kenan diyarında ortadan kalkmıştır.

Standart bir dil, bir lehçeler karışımı da olabilir ya da bir lehçenin bir başka lehçenin aleyhine olarak üstün gelmesi sonucu da ortaya çıkabilir(s.203-204).

2.Çok Eski (Ancient) Arapça ve  Eski(Old) Arapça : MÖ. 600 – MS. 300

Burada yazar Arapça’nın  başlıkta işaret edilen iki farklı dönemi ve iki farklı türü üzerinde filolojik izahlar sunmakta, ikisi arasındaki filolojik farklara dair  detaylı izahlar yapmaktadır.

2.1. Çok Eski Arapça Yazıtlardaki Arapça  ve Nabat Arapçası

MÖ. V. yy ile MS. III-IV. yy’da Emperyal  Aramca ve Nabatça metinlerde  Nabat diyarı sınırları dahilinde  birtakım “Çok Eski Arapça”  lehçelerin varlığı kanıtlanmış bulunmaktadır.

2.1.1. Çok Eski Yazıtlardaki Arapça

Bu kısımda Nabatça dahil bölge dil ve lehçelerinin Arapça ile ilişkisini inceleyebilmek için gerekli olan filolojik, özellikle de fonetik araştırmaların henüz istenen düzeyde olmadığının  ve bu sebeple sadece bazı tahminlerde bulunmanın mümkün olduğunun altı çizilmiş, buna rağmen oldukça önemli fonetik mukayeselere geniş bir biçimde yer vermekten de geri durulmamıştır.

2.1.2. Güney Nabatça  ve Kuzey Nabatça

Bu kısımda Nabat Aramca’sının  Aramca’nın bir lehçesi olmadığını, sadece Nabat nüfuz bölgesinde kullanılan resmi bir dil olduğunu belirten yazar, müteakiben Nabatça’nın konuşulan ve yazılan çeşitli lehçelerinin bölgedeki gelişmelerinin İslam öncesine kadar olan dönemde izlerini sürmektedir.

2.1.3. Sonuçlar

Burada yazar Nabatlar’ın Doğu Akdeniz’in medeni dünyası ile irtibatta niçin Nabatça’yı değil de  Aramca standart dilini seçtiğini fonetik izahlar eşliğinde açıklamaya çalışmaktadır.

2.2. Çok Eski Arapça ve Eski Arapça İkidilliliği

Çok Eski Arapça / Nabat Eski Arapçası iki dilliliğinin ortaya çıkısı ve Çok Eski Arapça/Aramca gölgesinde gelişip serpilmesi hakkında izahlar verilmektedir.

2.2.1.  Gurbetteki  “Cerhâ” Halkı Mensupları

MÖ. III. yy’dan sonra Arabistan dışındaki Araplar’ın da Çok Eski Arapça ve Eski Arapça’da kullandığı “el-“ takısının, keza MS. III. yy’dan sonra da “ha(n)” takısının Arabistan yarımadasında da ortadan kalktığına işaret eden yazar, bu süreçte Doğu Arabistan(el-Hasâ) bölgesi ve – Yunanlar tarafından Gerrha olarak bilinen –  başkenti Hecer’in erken dönem Helenistik uluslararası ticaretinde önemli bir rol oynadığı, bu bölge halkının yazı ve konuşma dilinde geçirdiği değişiklikleri izleyen yazar, Nabat Arapça’sının sonuçta MÖ.II yy’da bir tür standart Arapça, ancak yazı dili olarak değil konuşma dili olarak  standart hale geldiğini , ne var ki bu standart Arapça’nın bölge dışındaki uluslararası kara ve deniz ticareti yapan diğer Araplarca çok fazla ilgi çekmediğini , ama MÖ. III.-IV. yy’da post-Nabat döneminde yazı dili haline geldiğini belirtmektedir.

Bu tespit akabinde yazar, sıranın 500 yıllık “Çok Eski Arapça/Eski Arapça” birlikteliği veya iki dilliliği konusunun ele alınmasına geldiğini söyleyerek, incelemesine devam etmektedir.

2.2.2. Farklılığın Korunması :  Nabati bölgesinde Safaitic (الصفائية) ,  Kuzey Safaitic ve Hicâzî [Lehçeler]

Bölgedeki çok dilliliği, araştırması boyunca vurgulayan yazar, bu konuda başlıkta işaret edilen gelişmeler hakkında verdiği bilgilerden sonra, neticede  MÖ.III. yy ile MS.III. yy arasında etno-linguistik tablonun son derece karmaşık olduğunu ifade eder. Yazar, Nabat bölgesi halkının Çok Eski Arapça yanında farklı seviyelerde ve farklı sıklıklarda Aramca, biraz Yunanca ve muhtemelen Latince bildiklerini, bunun yanında mahalli Eski Arapça dillerinden birini bildiklerini, arkeolojik bulguların da desteğiyle ortaya koymaya çalışmaktadır. Yazara göre Nabatlılar’ın hepsi de bu dillerde ustalaşmış değillerdi, ancak onların – şayet varsa – pek azı tek dilli idi.

  1. Nabati Eski Arapça’dan Erken Standart Arapça’ya

3.1. MÖ. I. yy – MS.III. yy : Nabati ve Hicâzî

Nabati yazısı kağıt ve onun eski muadilleri üzerine – bilhassa bir ticaret toplumunun gereği olan hesap ve antlaşmaları – yazmak üzere geliştirilmiş bir el yazısı idi.(Burada yazar Nabatiler hakkındaki modern bakış açısının büyük ölçüde onların temel nitelikte olmayan “lüks” yazılı dokümanlarına dayandığına, halbuki bu konuda Nabatiler’in yazım faaliyetlerinin temel çıktısı olan papirüslerin ihmal edildiğine dikkat çekmekte ve bizleri bir defa daha tepenin ötesindeki “görülmeyen” e bakmaya davet etmektedir.

Bu malzemenin incelenmesinden ve bu dokümanlardaki Arapça’dan ödünç aldıkları kelimelerin mevcudiyetinden anlaşılmaktadır ki,  Nabatlılar Aramca yazdıkları ticari antlaşmalar aracılığıyla, ileri düzeyde  bir Arapça ticari-hukuki terminoloji geliştirmişlerdi ki, Aramca bilgilerinin yetmediği durumlarda bu Arapça terminolojiye başvuruyorlardı. Nabatlı tüccarın yaptıkları yazılı ticari sözleşmeler Aramca olmakla beraber Arapça “sözlü antlaşma” eşliğinde yapılıyordu. İşte bu mekanizma sayesinde Nabatlıların Çok Eski Arapçası yarımadanın her yerinde ortak bir ticaret dili haline gelmişti. Elbette Yunanca hala “dünyanın ilk dili” olmaya devam ettiği için, Aramca  “dünyanın ikinci dili “ olmayı memnuniyetle kabullenmişti.

Kafkaslar, Partlar  gibi mahalli kültürlerde halk kendi dilleri ne olursa olsun Yunanca ve Aramca yazıyorlardı. Palmira ve çevresinde konuşulan dillerden (Doğu Aramcası, Batı Aramcası, mahalli Aramca, Yunanca, Latince, Orta Farsça, Safai Arapçası, Nabat Arapçası, mahalli Arapça, Güney Arapçası) sadece üçü yazı dili idi: Latince(çok nadiren), Yunanca ve Aramca.

  1. III. yy ikinci yarısında imparatorluğun yaşadığı kriz dolayısıyla Yunanca Doğu’daki görkemini kaybetti: Partlar’ın Sasani ardılları Orta Farsça( ve egemenliklerindeki Irak bölgesinin ticari dili olduğu için  de) Aramca ile yazdılar; Araplar da(şayet Hıristiyanlaşmamış idiyseler) Yunanca ve Aramca’ya sırtlarını döndüler.

İşte MS. III. yy’da Nabat yazıtlarında Arapça konuşma özellikleri daha fazla görülmektedir ki, bunun da sebebi Nabatlıların daha önce Arapça konuşmadıklarından değil, Aramca daha az evrensel ve daha az kullanışlı hale geldiği için Nabatlıların daha az Aramca öğrenmelerinden kaynaklanmaktadır.

Bu arada yazar MS. II-III. yya’da Nabatlılar’ın kendilerini mutlaka etnik olarak Nabatlı görmediklerine de dikkat çekerek, farklı etnik kökenli Nabatlıların varlığına da işaret etmektedir.

Genel olarak Nabat eski yazıtlarının Hicaz’dan gelip Mısır’a giden kervanların Sina kervan yolu üzerinde arkada bıraktıkları  5000-6000 duvar yazısını ihtiva ettiğini de dikkatlere sunan yazar, sonuç olarak Nabat, Palmira, Hatra[Hetra(farsça) ve el-hadr(arapça)], Havran ve hatta Edessa (Urfa)da MS. ilk üç yüzyılda üretilen Aramca yazıtlar “Arapça-Aramca” başlığı altında özetlenebilir. MS. III. yy’da artık “Arabo-Aramaic”,  kapsamlı bir dil karışımı anlamına gelmektedir.

Nitekim yazar III. yy’a ait üç metnin incelenmesi  ardından şu sonuca varmaktadır : Bunlar ne tamamen Nabat  Aramcası ne de  tamamen Nabat Arapçasıdır. Bunlar Arapça yazan Nabatlıların giderek Aramcayı unutup yerine Arapçayı ikame ettikleri bir geçiş dönemine işaret etmektedir.

3.2. IV. yy : en-Namara [Güney Suriye’deki Nimra] ve Hegra[el-Hicr veya Medâin Sâlih]

Standart Arapçaya dair ilk yazıt, “Bütün Arapların Meliki”  [Amr b. Adiyy’in oğlu]  İmru’l-Kays [b. Amr]’ın Nimra’daki MS. 328 tarihli  mezar yazısıdır. Bu yazıt III. yy Arap-Nabat metinlerinin tabii bir devamıdır. Yazıt hala Aramca’dır, fakat her bir Aramca kelime yerine Arapçası kullanılmıştır. Yazılı Nabat Aramcası Aramca yazıtlarda, herhangi bir dramatik kırılma yaşanmadan, standart Arapça’ya evrilmiştir. Bunun da en akla yakın sebebi, Nabat yazıtlarının yazarları olan Nabatlıların diğer diller yanında daima çok eski Arapça’yı da konuşmuş olmalarıdır.

Bilinen en son Nabatça yazıt ise yine el-Hicr veya Medain-i Salih’te olup MS. 355-356 tarihlidir. Yazıt kusursuz bir Aramca ile yazılmıştır ama çağdaş hiçbir Arab’ın onu okumakta hiçbir güçlükle karşılaşmayacağı, hatta sadece bir lehçe farkı kadar ya da metni yeniden seslendirmekle yetinilebilecek  kadar Arapça’dır.

Yazarın dikkat çekici diğer bir yorumu ise şudur:  Arapların artık ticari anlaşmalarda Aramca’yı kullanmadıkları, Aramca’nın IV. yy’dan VI-VII. yy’a kadar Yahudi ve Hıristiyanların tekelinde kaldığı ve yazıtlarını Arapçaya tercüme etme ihtiyacı hissetmedikleri bir dönemde, Mekke’li  Arap bir tüccar [Muhammed], toplu olarak okunan bir dua’yı/recitali(Kur’an’ı) açık ve yalın bir Arapça ile hemşerisi Araplara sundu ki, bu diğer tektanrıcı dinlerin yapamadığı ya da yapmayı ihmal ettiği bir şey idi(s.238).

Burada yazar dipnotlarda İslam tarihçiliği açısından  ilginç, ilginç olduğu kadar önemli bir tartışmaya da yer vermektedir ki, bu da İslam tarihçisi Hişam b. Muhammed el-Kelbi’nin Hira’daki kilise arşivlerinin Aramca dokümanlarını  okumuş olamayacağına dair Altheim ve Stiehl’in iddialarının da – yazarın III. yy ve  sonrasında Arapça-Aramca metinlerin kolaylıkla Arapça olarak okunmuş olabileceğine dair verdiği örneklere dayalı  izahatın ışığında-  tartışmalı hale geldiğidir (s.237,dpnt.,125) .

Bu vesileyle dikkat çekilmesi gereken bir husus ta TDV İslam ansiklopedisinde Hişam b. Muhammed el-Kelbi maddesinde, yukarıda işaret edilen konuyla ilgili en ufak bir atfın dahi bulunmamasıdır. Bundan daha vahimi ise Hişam el-Kelbi’nin hayatının ve akademik kariyerinin son derece yetersiz ve cılız bilgilerle geçiştirilmiş olmasıdır. Fırsat buldukça Oryantalistlere laf sokuşturma veya onları öcü gibi gösterme alışkanlığından bir türlü yakasını kurtaramamış olan pek çok ilahiyatçının gerek bu kitaptaki araştırmalardaki genel katkılarını, gerekse bu gibi nokta/tikel konulardaki özel katkılarını ciddiye almak  gerektiğini anlamaları için umarız vakit çok geç olmaz.

3.3. V. yy’da Tutulmayan Epigrafik Bir âdet

Bu bölümde yazar MS. 328-512 arasında yazılı malzemenin varlığına dair tanıklıkların yokluğu problemine işaret eder. Bu durum karşısında, Arapça’nın IV. yy’da ve ardından tekrar VI. yy’da yazılıp konuşulduğunu, ama aradaki V. yy’da kullanılmadığını iddia etmenin güçlüğüne de dikkat çeker.

Öte yandan VI. yy’daki  yazıtlarda, yazıda çeşitli harekeler kullanıldığına dair ifadeler yer almış olması olgusuna da dikkat çeken yazar, bu olguların sebeplerini belirlemek amacıyla muhtemel yorumlar üzerinde durur. Çeşitli harekelerin kullanıldığı yazıya bir VI. yy metninde göndermede bulunulmuş olması, Arap tüccarın IV-VI yy’larda ticari kayıtlarını Nabatlılar’dan miras aldıkları Erken Dönem Standart Arapça ile tuttuklarını gösteren ipuçlarının mevcudiyeti, yazı alışkanlığında bir kırılmayla –ancak diğer bölge dillerinden ziyade sadece Arapça’ya has bir kırılmayla – karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Bütün bu mahalli gelişmeler Gassaniler bölgesinde ortaya çıkmıştı. Geç Roma imparatorluğu çevresinde çok kültürlü ve çok dilli yeni bir Arap toplumu ortaya çıkmaya başlıyordu. Gassaniler imparatorlukla olan idari ilişkilerinde Yunanca’yı kullandılar, Monofizit kiliselerinde ibadet dili Süryanice idi, dahili yazışmalar ve yapı yazıtlarının yerli versiyonlarında ise Hicaz’lı tüccarın Erken Dönem Standart Arapça’sını kullanmışlardır.

3.4. VI. yy. Arabistan’ında İki ve Üç Dillilik

Suriye Gassanileri, Arab bölgesi  Gassanileri, Hira ve Pagan Araplar arasında Yunanca, Aramca , Şiir Arapçası ve mahalli lehçeler kullanılıyordu. Bunun anlamı ise – Yunanca dışında – bu bölgelerde iki değil üç dillilik söz konusu idi.

3.5. Kur’an’ın Dili

Arapça’nın,  Nabatlıların çok eski Arapça’sından MS. IV-VI yy. Erken Standart Arapça’sına doğru olan katmanlaşmasını  iki dillilik değil üç dillilik – hatta dört dillilik – olarak nitelendirmek gerekir. Çünkü mahalli, kabilesel ve bölgesel lehçelere mukabil bir değil iki bölge üstü dil vardı : Tüccarın Erken Standart Arapça’sı ile şairlerin ve kahinlerin Erken Klasik Arapça’sı. Bu üç dillilik ve hatta – Aramca da dahil edilecek olursa – dört dillilik karşısında Kur’an dilinin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Vollers, Nöldeke, Kahle, Fück ve Spitaler ‘in, ünlü sesler içeren Kur’an metninin mahalli bir lehçeyi mi yoksa VII. yy standart Arapçasını mı aksettirdiği konusundaki hararetli tartışmaların sonu  çıkmaz sokaktır. Kur’an’ın yazım ve imlası onu sıkı sıkıya Erken Standart Arapça bağlamına yani henüz katıksız Arap standardından söz etmenin mümkün olmadığı bir bağlama oturtur. Peygamber bir kutsal kitap yaratmak istedi. Bu durumda Arapça’nın, kendisi zamanında mevcut yegane yazılı formunu esas almak durumundaydı. Aynı zamanda bu metin dini bir metin olduğu için, onun Şiirsel Eski Arapça’ya olabildiğince yakın bir biçimde tilavet edilerek okunması da  gerekiyordu. Bütün Araplar Müslüman olunca Arapça, din dili olan Aramca’nın yerini aldığı gibi, Müslüman olmadan önce dini veya politik olarak statüko sahibi olanlar için de prestij dili haline geldi.

Sonuçta VII. yy’da Arabistan’da dillerin durumu şu şekilde idi: Din adamları, feodal derebeyleri ve kabile aristokrasileri ile tüccar ve zanaatkarlar arasında;  prestij dili, din dili, ticari ve idari dil ya da mahalli dil olarak  dağılım gösteren diller şunlar idi:

  1. Kur’an[Arapçası]
  2. Çok Eski Şiir Arapçası.
  3. Erken Standart Arapça
  4. Standart Arapça
  5. Lehçeler

3.6. Erken Standart Arapça ve  “Klasik” Arapça

Erken Standart Arapça Kur’an’ın oluşumundan ziyade onun standart kutsal bir metin haline gelmesi(canonization), kabul görmesi (reception) ve tilaveti (recitation) sayesinde standart Arapça haline gelmiştir. Standart Arapça’nın zaferi ve onun tarihi ve tarih öncesi ile arasına set çekişi Arapça’nın MS. 694-696 arasında Emeviler tarafından imparatorluğun resmi/ idari dili yapılmasıyla gerçekleşmiştir.

Klasik Arapça aynı zamanda ideolojik bir inşadır. Bu inşa MS. VIII. yy ve sonrasında Arap dilbilimcileri tarafından Arapça kullanımda ve Kur’an’da ,  doğru olanı yanlış olandan ayırmak için Eski Şiir Arapçasını incelemeye başlamalarıyla gerçekleşti. Onun birlik ve saflığı aynı zamanda Ümmet’in birlik ve saflığı olarak görüldü.

Standart Arapça’nın  Peygamber’in kullanımı için (gökte veya yerde)hazır bekletilen/saklanan bir şey olmadığı, bilakis Kur’an’ın oluşumu ve onun kabul ve onay görmesi sonucu oluşan bir şey olduğu hususu, – pek çok Batı’lı Arap dili ve edebiyatı uzmanının aksine- onlar için tasavvuru mümkün olmayan bir şey idi. Bu algılayamama durumu özellikle de MS. 500 yılından önceki döneme ait 1200 yıllık, belgelenmiş  Arap dili tarihinin farkında olmayanlar için geçerlidir.

Tercüme: MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU