Yazar: Stefan Heidermann, Jena üniversitesinde İslami Araştırmalar bölümünde 1994’ten bu yana öğretim yapmaktadır. “Jena Şark Sikkeleri Kabinesi”nin faaliyetlerini de organize etmektedir. İlgi alanları, Moğolistan’dan Mağrib(Fas)a kadar İslam dünyasındaki -özellikle de Suriye ve Kuzey Mezopotamya’daki- VII-XVI. yy arası politik ve ekonomik gelişmeleri kapsamaktadır. Bu bölgedeki birçok kazılara da katılmakta olup, Die Renaissence der Stadte (2002) ve Raqqa II – Die Islamiche Stadt (2003) kitaplarını yayımlamıştır.
Çok Önemli İlk Onyıllar
İslami teoloji/öğreti ve onun imparatorluk ideası, Helenistik Roma ve İran temelleri üzerinde ve Hıristiyanlık, Yahudilik, Yeni Eflatunculuk ve Zerdüştlük karşısında nasıl gelişti? (Yazar bu arada Ortaçağ İslam kaynaklarında “imparatorluk (empire)” ya da “devlet (state)” kavramlarının geçmediğini, buna mukabil “Daru’l-İslam” ve “Daru’l-Harb” gibi kavramların kullanıldığını, muhtemelen İslam’ın bizzat kendisini evrensel gördüğü için bu tabire ihtiyaç duyulmadığını ifade etmektedir). 1970’lerden bu yana bu çok tartışmalı mesele, bu konudaki resmi/yerleşik kabullere karşı yürütülen pek çok şüpheci polemiklere yol açmıştı. Bu konudaki anlaşmazlığın sürmesi, İslam’ın ilk onlu yıllarına dair şüphe ve tartışma götürmeyen pek az Arap kaynağın bulunmasından kaynaklan maktadır. 70’li yıllardan sonra bu tartışmalar konusunda epey ilerleme kaydedilmesine ve bu alanda bilhassa Arap-İslam kaynakları dışındaki kaynaklara bir yönelim görülmesine rağmen, sadece Robert Hoyland 1997’de mevcut Arapça metinlerden önceki döneme ait, Arap- İslam geleneği dışındaki kaynakları sistematik bir incelemeye tabi tutmuştur. 2003’te Jeremy Johns İslam’ın ilk yetmiş yılına ait hala varlığını koruyan arkeolojik, epigrafik ve nümizmatik kaynakları tetkik ederek, erken dönem İslam tarihinin en kayda değer dönüm noktasının Abdulmelik b. Mervan dönemi olduğu sonucuna vardı. 2006’da Hoyland yeni epigrafik malzemeler toplayıp sundu ve bu süreçte özellikle Muaviye b. Ebi Sufyan’ın oynadığı rolü vurguladı. 1990’lardan itibaren İslam sikkelerine olan ilgi müthiş bir şekilde arttı ve bu sikkelerdeki yazı ve resimler konuyla ilgili tartışmalarda görülmedik bir biçimde önem kazandı. Çünkü bu sikkeler bu yeni dinin oluşum dönemine ve onun İspanya’dan Orta Asya’ya uzanan imparatorluğuna dair birinci elden bağımsız ve çağdaş yeğane kesintisiz kaynak olma özelliğine sahipti. İşte yazar makalesinde, siyasi tarih ve sanat tarihi araştırmacılarının VII. yy sikkelerinin nümizmatik içeriklerini sık sık ihmal ettiği bir ortamda, ilk İslam sikkelerine dair araştırmaların son durumuna dair bilgi vermeyi amaçlamaktadır (S.149-150).
İkinci “fitne” Dönemine Kadar Gücün ve Dinin Temsili
İlk Evre : M.636’dan yaklaşık 656 yılına kadar.
İslam orduları üç büyük para dolaşım bölgesini hızla fethetti ve bu bölgelerdeki mali ve parasal organizasyonları devraldı: Merkezde Bizans toprakları, Doğu’da Sasani imparatorluğu, Batı’da ise Germanik Kuzey Afrika ve İspanya.
İlk onlu yıllarda Yermuk savaşından sonra muhtemelen Abdulmelik’in reformlarına kadar Suriye’de bakır Bizans paraları tedavülde kalmıştır. Bizans kaybedilen Suriye ve Kuzey Mezopotamya topraklarında tedavülde olan bakır paralara ek olarak önemli miktarda yeni basılan bakır para tedarikine devam etmiştir. Bu para tedariki M. 640 yıllarında yavaşlamış ve M. 650-655 yıllarında sona ermiştir. Bu tarih İstanbul’da Bizans’ın bakır para üretiminin düşüş dönemine kabaca denk düşmektedir. Öte yandan bu tarihlerde Muaviye Bizans ile bir anlaşma yapmış ve bunu başkaları da izlemişti ki, bunların en önemlisi M. 658 yılındaki anlaşmadır.
Bizans’ın kaybettiği topraklara yine de bakır para ihraç etmeye devam etmesinin siyasi açıdan izahı nedir? Roma-Bizans bu toprak kaybına rağmen hala kendisini yumuşak sınırları da olan evrensel bir dünya imparatorluğu olarak görüyordu. Üstelik bu bakır para ihracı Bizans hazinesi için de karlı bir işti. Para değişimi yapan sarraflar ve tüccarlar muhtemelen ticari konularda aracılık ediyorlardı. İlk fetihlerde İslam muhtemelen sadece henüz gelişmemiş temel bir teolojiye sahipti ve bu yüzden orduya katılan askeri birliklerdeki Müslümanların bilgisi de muhtemelen elementer düzeydeydi. Henüz İslam’ın Hıristiyanlık, Yahudilik, Zerdüştlük ve geç yeni Eflatuncu şekliyle putperest pantheon ile rekabet edebilecek gelişmiş bir teolojik sistemi oluşmadığı için, dışarıdan bakarak Bizans’ın İslam’ı yeni ve eşit bir din olarak algılamaması, aksine onu geçici toprak kaybına yol açan tehditkar bir ayaklanma gibi ; dini açıdan da Yahudi-Hıristiyan kökenli sapık bir hareket gibi görmüş olma ihtimali söz konusudur. Din konusunda taraf tutmayan ve herkesi kuşatıp herkese tarafsız davranan Roma imparatorluğunun, her iki açıdan da İslam’ı kendisinin evrenselliğine yönelik bir tehdit olarak algılaması söz konusu değildi. Bütün bu sebeplerle Bizans Müslümanlarla olan ilişkilerini sürdürmekten geri kalmamış görünmektedir.
Bu ilk onlu yıllarda Arap-İslam liderleri kendilerine ait bir imparatorluk ideolojisi geliştirmiş değillerdir. Elbette bir devlete ve kurumlarına sahip olmakla üniversal bir imparatorluğa sahip olmak aynı şey değildir. Bütün başarılı fetihlere rağmen Arap-İslam elit, evrensel bir düzenin kurulabilmesinin sadece başkenti Constantinople olan Roma imparatorluğu çatısı altında mümkün olabileceğini düşünmüş olmalıdırlar. Peki bu hipotezi destekleyen deliller nelerdir? İlk olarak Roma ideası [Araplar arasında] yaygın ve tarihi bakımdan güçlü bir ideaydı. Zira Biladu’ş-Şâm (Suriye), Kuzey Mezopotamya ve özellikle Gassaniler yedi yüzyıl Roma ideasına maruz kaldılar. Yedinci yüzyılda Orta Asya’da Hunlu bir lider kendisine “Roma Sezarı” unvanını vermişti. Hatta Peter Thorau, emperyal Roma ideasının Osmanlı ideolojisinde dahi devam ettiğini söylemektedir. [Bu bağlamda Fatih’in hem Osmanlı sultanı hem de Roma’nın varisi olmak gibi bir niyeti olduğuna dair sık sık dile getirilen bir iddiaya işaret etmek faydalı olabilir](MHK). İkinci olarak, III/IX yy. başlarına kadar İstanbul’u fethetmek için sık sık yapılan teşebbüsler bu şehre verilen önemin bir göstergesidir. Buna mukabil Bizans ta otoritesini Filistin ve Mısır’da yeniden tesis etmeye çalışıyordu. Üçüncü olarak (Roma-Bizans) İstanbul’un Kıyamet’ten önce fethedileceğine dair rivayet, evrensel bir (Roma) imparatorluğunun İslami versiyonu gerçekleşmedikçe Kıyamet’in kopmayacağı anlamına da gelmektedir (s.151-155).
Bütün bunlardan sonra ilk İslam sikkeleri meselesine geri dönen yazar, Bizans bakır paralarının ihtiyaçları karşılayamaması ve diğer sebeplerle bu paraların – muhtemelen Humus’ta basılan – taklitlerinin piyasaya sürüldüğü, bu taklit bakır paraların üstünde II. Konstantin’in ayakta duran resminin bulunduğu görülmektedir.
Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da bu taklit Bizans bakır paralarının sorumlusu kimdi? Tam olarak bunun cevabı bilinmemektedir; ancak askeri garnizonlardaki komutanlar, şehirlerde valiler, tüccar ve para takası yapan sarraflar tarafından yapılmış olabilir. Öte yandan fetihlerle ilgili bilgilerden anlaşıldığına göre fetihleri yapan Müslüman askeri kabile liderleriyle muhatap olanlar, fethedilen şehirleri temsil eden bölge kiliselerine mensup şehirli elitlerdi. Keza Emevi sivil yönetiminin başlangıcındaki idari dayanağı da bu kesimlerdi. Mamafih Muaviye zamanında merkezi bir idari-mali bir aygıt yoktu, böyle bir aygıtın ilk defa Abdulmelik ve halefleri tarafından gerçekleştirildiği de ifade edilmektedir (S.155-157).
Ayrışma Evresi: Emevi “İmparatorluk İmajı” Bakır Sikkeleri
Bizans bakır paralarının ithali ve bilahare taklit para basılması ardından gelen aşama 40-50/660-670’li yıllarda başlayıp 72-74/691-694’lü yıllara kadar devam eden dönemdir ki, bundan sonra Mervan reformları dönemi gelmektedir. Dımeşk, Taberiye ve Humus şehirlerinde basılan sikkeler üzerinde yapılan araştırmalar, bunların kalite olarak İstanbul’da basılan Bizans sikkelerinden daha kaliteli ve kalıplarının da daha titiz hazırlanmış olduğunu göstermektedir. Dikkat çekici olan bu resmi normal sikkelerde hala Bizans sikkelerindeki imparator ve haç simgelerinin yer alması, ancak farklı olarak sikkelerin geçerliliğini gösteren Yunanca ve/veya Arapça yazıların bulunmasıdır.(Mesela bu sikkelerden bazılarında Yunanca “Halid” ismi nakşedilmiş olup, bunun Halid b. el-Velid olup olamayacağı da tartışılmaktadır). Ayrıca caiz, vefâ li’llah, vefiyye, tayyib, bismillah gibi ifadeler sikkelerin dizaynına yerleştirilmiştir. Bu Arapça yazılara rağmen Muaviye döneminde yerli halk muhtemelen paralardaki Hıristiyan sembollere sıkı sıkı alıştığı için, üzerinde haç resmi bulunmayan paraları reddetme eğilimi göstermiş olabilir(s.157-158). Nitekim Maruni bir kronikte ifade edildiğine göre Muaviye’nin altın ve gümüş para basma uygulaması , üzerinde haç işaret bulunmadığı için yerli halk tarafından kabul görmemiştir (s.161). Daha sonraki dönemlerde de farklı Bizans paralarının kopyalandığı görülmektedir. Bu dönemde ekonomik ve demografik nüfus artışına bağlı olarak küçük sikkelere de ihtiyaç duyulmuş, ancak bunlar üzerinde devleti veya dini temsil eden sembollere yer verilmemiştir (S.158-159).
Eski Sasani bölgesi
Sasani ordusu peşin ödemeye dayalı idi ve parasal ekonomi – zayıflayan ve adem-i merkeziyete maruz kalan Bizans’ın aksine- dikkat çekici derecede merkezi kontrol altındaydı. O kadar ki, M. 628 yılında II. Hüsrev’e yapılan suikaste veM.641’de Nihavend savaşında ordunun tamamen imha edilmiş olmasına rağmen Sasani kurumları ve para ekonomisi bozulmaksızın olduğu gibi kalmıştı. İslami fatihler – Roma geleneğine daha yakın duran Emeviler’in aksine – Abbasiler dönemine kadar Sasani evrensel imparatorluğunu iddiasını sürdürmeye teşebbüs etmemişlerdir (s. 161- 162). 30/6502li yıllarda Basra kadılığına bağlı para basma yetkilileri sikkelere Pehlevi dilinde hicri tarih koymaya başladı (s.163).
Dârâbjird Sasani hanedanının Fars eyaletinde önemli bir şehir olup, Muaviye adına ilk sikkeler de burada basılmıştır. Bu sikkelerde “Muaviye” adı Pehlevi yazısıyla, “Emiru’l-Mu’minîn” unvanı ise farsçaya tercüme edilerek basılmıştır. İlk “fitne”den sonra M. 656-661 yılları arasında Emevi valileri “Allah” adının geçtiği – bismillah rabbî gibi – çeşitli terkipleri paralar üzerine nakşetmişlerdir (s. 165).
İkinci “Fitne” : Zubeyrî ve Haricî Tehdit
Hedefleri ve amaçları hakkında ancak Abbasi dönemi Emevi karşıtı literatürden dolaylı olarak bilgi edinebildiğimiz Abdullah b. ez-Zubeyr’in doğu bölgesi valisinin Fars eyaletinin Bîşâpur kentinde basılan paraların kenarına ilk defa “Muhammed Rasulullah” ibaresini nakşettiği görülmektedir(s. 166-167). Yine 70/689-690 yılında muhtemelen haricilerin kontrolündeki Kirman şehrinde basılan bir paranın üzerinde de “Muhammed Rasulullah” ifadesi nakşedilmiştir ki bu örnekler gerek Abdullah b. ez-Zubeyr idaresinin gerekse Haricilerin yeni emperyal İslami düzenin Peygamber ismi aracılığıyla propagandasını yapmaya çalıştıkları görülmektedir(s. 168). M. 72 yılında Zubeyri vali Abdulaziz b. Abdillah b. Âmir paralardan Zerdüşt ateş sunağını kaldırıp yerine – Pehlevi yazısıyla ama Farsça olarak – kelime-i şehadeti koymuştur (s. 169).
Emevi İmparatorluğunun Yeni İdeolojik Formu : İslam’ın ve imparatorluğunun sembolik temsili konusunda deneme ve hata(lar).
Abdulmelik b. Mervan’ın ve onun “kadir-i mutlak” doğu bölgesi valisi el-Haccac b. Yusuf’un reformları ve faaliyetleri ilk elde, bir yandan mağlup olmuş Zubeyrî hareketini entegre etme, öte yandan da daha güçlü bir hareket olan “Hariciler”in oluşturduğu tehditlere karşı güçlü bir reaksiyon sergileme amacına yönelik girişimler olarak görülebilir. İşte tam da bu anda İslam imparatorluğu fikri kendi ideolojisi içerisinde doğmaya başlar. Başarılı bir biçimde kontrol edilebilecek “ dini imparatorluk kültü”nü temsil etmesi açısından Mekke çok uzak düşüyordu. 72/691-2 yılında Abdulmelik bugünkü Kubbetu’s-Sahra ile Mescid-i Aksa’yı Kudüs’te inşa ettirdi ki, bunlar çok büyük ihtimalle yeni İslam imparatorluğunun ilk mimari tezahürleri idiler. Bunun için Kudüs’ün seçilmiş olmasıyla, bu yeni imparatorluk dinini Yahudi-Hıristiyan geleneğine ve Ortaçağ dünyasının merkezine yerleştirmiş oluyordu. Bu reformların bir parçası olarak yönetim, hem yerli [gayr-i muslim] halkın reddetmeyip kabul edebileceği, hem de İslam’ın ve imparatorluğunun sembollerini taşıyacak şekilde sikkeleri yeniden tasarladı ve çeşitli bölgelerde birtakım denemeler yapıldı. “Muhammed Rasulullah” ve “La ilahe illallah” bu yeni paraların tasarımında tekrarlanan formüller idi. Bunlar önceki paralarda yer alan haç, sunak ve altın şamdan(menorah) gibi sembollere alternatif İslami semboller idi. Sadece Allah’ın elçisi olan “beşer” Muhammed neredeyse ilahi vahiy derecesinde kutsal bir mevkie yükseltildi(s.170) . Muhtemelen bu sikke reformu 72/691-2’de Şam’da başladı ve Kufe ile Basra’da gelişti , ardından diğer bölgelere yayıldı.
Suriye’de İlk Denemeler
En geç 72 yılında Abdulmelik Suriye’de sikke tasarımlarına başladı. Herakliyüs dönemine ait sikkeler, üzerindeki anakronik Yunan simgeleri olduğu gibi bırakılarak taklit edildi. Rakip Hıristiyan imparatorluğunun sembolleri sikkelerden tedrici olarak kaldırıldı.
72 yılından önce Suriye’de gümüş sikke(dirhem/drahm) bilinmiyordu, bu yüzden 72 yılında Şam’a ,Akûla/Kufe’den bir gümüş para basma atölyesi getirildi. Akûla dirhemleri gibi yeni Mervani dirhemlerinde de tedavüldeki Sasani dirhemleri örnek alındı ve bu dirhemlerdeki Şehinşâh ve ateş sunağı sembolleri muhafaza edildi. Dirhemler imzasız idi ve peygamberliğine veya diğer özelliğine atıfta bulunmaksızın Pehlevi dilindeMHMT ya da Arapça Muhammed yazılı sikkeler muhtemelen el-Hira, Harran veya Suriye’deki Cund Kınnesrin’de basılan sikkeler idi. Altın sikkeler de benzer bir süreçten geçmişti (s.171-172).
Muhtemelen 73/691-2 yılında ama 74/693-4 yılından önce sikkelerden imparator figürlerindeki haç tamamen kaldırıldı ve sikkelerin diğer yüzüne merdivenler/basamaklar üzerindeki direk üzerine yerleştirilmiş küre sembolü kondu(s.174).
Suriye ve Kuzey Mezopotamya İçin Kalıcı Formül : İmparatorluğun Temsili Olarak Halife
74-77/693-696 yılları arasında Suriye’de ideolojik olarak daha kalıcı ve neredeyse tek tip bir imparatorluk sembolü oluşturuldu: Altın ve bakır sikkelerin önyüzüne “ayakta duran halife” sembolü .[Mamafih Hoyland tarafından bunun halife sembolü değil Peygamber’in sembolü olduğu, zira Kudüs, Harran ve er-Ruha(Urfa) bakır sikkelerinde sembolün yanında Muhammed adının yer aldığı da ileri sürülmüştür]. Değerli metallerden basılan sikkeler genellikle imzasız ise de bazı bakır sikkelerde Abdulmelik’in adı yer almaktadır. Bu imparator figürlerinde önemli bir detay, kabzasından sıkıca tutulmuş kınındaki uzun ve geniş bir kılıçtır.
75/694-5 yılında Şam’da gümüş sikke(dirhem)lerde ön yüzde Şehinşah figürü kalmış,arka yüzüne de ayakta duran halife figürü konmuş, her iki yüzüne de ilk defa Arapça olarak “emiru’l-muminin” ibaresi konmuştur. Bu paralarda yine ilk olarak “Halifetu’llah” ibaresi nakşedilmiştir(s.175-176).
Bu arada yazar sikkelerde görülen “halife” kelimesinin çeşitli kullanımlarına dair bilgiler vermeyi de ihmal etmemiştir ki, bu cümleden olmak üzere ilk halife Ebubekir’in “Halifetu Rasulillah” , daha sonra “Halifetu Halifeti Rasulillah”tamlamasını kullanırken, Hz. Osman ile birlikte “Halifetu’llah” tamlamasının kullanılmaya başlandığını ve Emeviler döneminde devam edip sikkelere de nakşedildiğine dair bilgiler sunmaktadır(s.177).
Merdivenler/basamaklar üzerindeki direk üzerine yerleştirilmiş küre figürü üzerine yapılan yorumlara da geniş yer verilmiştir. Bazı bulgulara göre bu İslam öncesine ait Roma ikonografisiyle paralellik arz eden bir figür iken, bazı yorumlara göre bu figürdeki direk “kutb” ya da “omphalos(dünyanın göbeği)” ya da aslında Peygamber’in [bilhassa Cuma ve bayram namazlarında ] yaslanmak için kullandığı kadîb/ âsâ olabilir ki, Emevi halifeleri için kraliyet amblemi işlevi görüyordu. Bu figürün neredeyse aynısı Kudüs’te Ma’daba ‘daki meşhur Kudüs mozaik haritasında da yer aldığını da belirten yazar, bu figürün muhtemel kökenlerinden bir diğerine de işaret etmektedir. Bütün bunlara rağmen yazar, bu figürlerin ikonografik öneminin tam olarak bilinmediğini de eklemektedir(s.178-180).
Emeviler tarafından Suriyede basılan altın dinar sikkelere gelince, bunlar da başlangıçta Bizans “nomisma”sını örnek almış, ancak haç figürünü kaldırmışlardır. Emevi sikkelerinde haç figürünün – sadece Bizans imparatorluğunun simgesi değil aynı zamanda İslami açıdan bir put olarak görüldüğünden – kaldırılmış olmasına mukabil, Sasani sikkelerindeki ateş sunağını kaldırmamalarının sebebi , bu sunak figürünün haç gibi aynı zamanda bir imparatorluk simgesi olarak kullanılmamış olması olabilir(s.181).
Basra ve Kufe Bölgelerindeki Gelişmeler
Halife Mervan’ın kardeşi ve Kufe valisi olan Bişr b. Mervan’ın 73-75/692-695 yıları arasında tedavüle soktuğu sikkelerde Sasani sikkelerinde görülen ateş sunağı ve iki yanında iki insan figürü yerine ortada ellerini yukarıya kaldırarak dua eden bir hatip ile yanında duran iki kişi figürü konmuş, bir bakıma Sasani figüründeki ateş sunağı ile ayakta dua eden hatip yer değiştirmiştir.Ancak bu insan figürlerinin erken dönem İslam sikkelerindeki ilk insan figürü olmasının (s.183) yazar tarafından işaret edilmeyen bir önemi daha vardır ki, bu da İslam’da resim yasağının sanıldığı gibi kesin ve mutlak bir yasak olarak algılanmadığını göstermesinde yatmaktadır.
73-75 yıllarında Mervanilerin Basra valisi Halid b. Abdillah ile onun yerine geçen el-Haccac b. Yusuf 76-79 yıllarında tedavüle soktukları Sasani tarzı sikkelerde “Muhammed Rasulullah” ibaresini nakşetmişlerdir(s.183).
Dinin Sembolü Olarak “Kelime-i Şehadet” ve Evrensel İmparatorluğun Sembolü Olarak “Allah Kelamı”
77-79/696-699 yılları arasında basılan sikkelerde ise İslam’ın ve İslam imparatorluğunun simgesi olarak “Lailahe illallah vahdehu la şerike lehu” ibaresi ile İhlas suresinin başlangıcı kalıcı bir biçimde boy göstermiştir. Bu adımın Harici halife Katarî b. el-Fucâ’a’ya karşı kazanılan zafer sonrası, Mervani yönetimini meşruiyetini teminen imparatorluğun tamamına yönelik bir dini propaganda olarak gerçekleştirildiğini ifade eden yazarın(s.184) bu yorumuna ek olarak, bilhassa ihlas suresinin sikkelerde yer almasının, Hıristiyan teolojisine karşı İslami bir cevap olarak okunması da – Oleg Grabar’ın İslam mimarisinin oluşumuna dair muhteşem eserinde dikkat çektiği üzere- mümkün görünmektedir.
İlk İslam Sikkeleri Tarihinin ve İmparatorluğun ve Dinin Temsilinin Özeti
Yazar özetle Zübeyri ve Harici savaşlarına kadar İslam sikkelerinde evrensel bir imparatorluk fikrinin görsel izlerine rastlamak mümkün olmamıştır.Mamafih ona göre İstanbul’un fethedilmesi için yapılan teşebbüsler, Arap-İslam elitlerinin Roma imparatorluğunun evrensel yönetim düzeni iddiasını devralmak istedikleri şeklinde yorumlanabilir. Nitekim İslam sikkelerinde Arapça ve Yunanca yazıların aynı anda kullanılması , keza Bizans imparatorlarının haç ile birlikte resmedildiği figürlerin sikkelerde muhafaza edilmesi de, bir yandan bu paraların piyasada tedavülünü sağlama almak için olabileceği gibi, öte yandan da bu söz konusu politik eğilimin bir ipucu olabilir.
Yazar işaret etmese de burada Abdulmelik dönemine kadar sikkelerde Sasani şehinşahı ile Zerdüştlüğün sembolü olan ateş sunağının ve Bizans imparatorlarının haç ile birlikte figürlerinin muhafaza edilmesinin İslam’da resim yasağının çok katı bir yasak olarak algılanmadığını, muhtemelen tarihsel gelişmelere bağlı geçici bir yasak olarak algılandığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
Sikkelerde kullanılan ilk İslami sembollerin 66/685 yılında Zubeyri yönetimin Sicistan valisi tarafından sikkelere nakşedile “Muhammed Rasulullah” ibaresi olduğunu, kelime-i şehadetin farklı ifadelerinin bilahare sikkelerde yer aldığını da, keza 72/691-2 yılında yine bir Zubeyri valinin sikkelerdeki Zerdüşt sunağı figürünü kaldırarak,yerine farsça olarak ama Pehlevi alfabesiyle bu İslami ibareleri yerleştirdiğini ve bu suretle önceki siklerde yer alan haç,sunak ve şamdan figürlerine alternatif bir semboller sistemi geliştirdiklerini ve zaman içerisinde kelime-i şehadet ve Muhammed’in Peygamberliğine dair çeşitli ibarelerin standart bir hal aldığını vurgulamaktadır.
İslam sikkeleri üzerinde yapılan bu gibi inceleme, araştırma ve yorumların bir yandan erken dönem İslam tarihinin gelişmelerine ışık tutması, öte yandan – yazarın makalesinin konusu dışında bir mesele olsa da – İslam’da resim yasağı olup olmadığı konusundaki teorik tartışmalara dair nesnel ipuçları teşkil etmesi itibariyle de ne kadar önem arz ettiği ortadadır.Ama bunların hepsinden önemlisi, bu gibi nesnel nümizmatik bulgu ve analizler, İslam tarihinin yazılı kaynaklarını bir bilgi kaynağı olarak görmeyen aşırı septiklere ve revizyonistlere karşı sunulabilecek bir bilgi kaynağı olması itibariyle ayrı bir önemi haiz olsa gerektir.
Nümizmatik araştırma ve incelemelerin bu önemine rağmen, İslam Dünyasındaki İslam Araştırmacılarının bu alana karşı sergiledikleri ilgisizliği ise – merak yokluğu ve tembellik dışında – pek anlamak ve izah etmek mümkün değildir.
Tercüme: MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU