Bu başlık altında bir değerlendirme yapabilmek için önce “İslami Medya” kavramını netleştirmek ve sonra da başlangıçtan bu güne kadar ortaya çıkan gelişmeleri ve değişimleri masaya yatırmak, ardından da hatasıyla sevabıyla insaflı bir değerlendirme yapmak gerekir. Böyle bir çalışma elbette geniş bir alanı ve uzun bir zaman dilimini kapsayacağı için bir makale çerçevesinde bunu gerçekleştirmek mümkün değildir.
Buna mukabil İslami medyanın bugün geldiği nokta itibarıyla genel bir değerlendirmeye tabi tutulması daha pratik olacaktır. Bu amaçla yapılacak değerlendirmelerin de büyük ölçüde kişisel gözlemlere ve değerlendirmelere bağlı olacağı ortadadır. Zira hemen hiçbir araştırmacı için İslami medya kapsamına giren kanalların uzun sayılabilecek bir süre içerisinde her gün 24 saat boyunca izlenmesi gerçekçi bir yaklaşım olmasa gerektir. Buna rağmen kişisel gözlemlere dayalı bazı tespitlerin hiç bir değerinin olmadığını söylemek te mümkün değildir.En azından “Def-i mefasid celb-i menafı’den evladır” kuralınca İslami medyanın gerçekleştirdiği yayıncılığın olumsuz yönleri olup olmadığı, varsa bunların neler olduğu ve bu olumsuzlukların sebepleri ve tedavi yollarının neler olduğu soruları üzerine bazı değerlendirmeler pekala mümkündür.
Bu yaklaşıma bağlı olarak İslami Medyanın – yazılı- sözlü ve görüntülü- yayın faaliyetlerinde İslama aykırı hususların bulunup bulunmadığı sorusuna cevap arayarak incelemelerimize başlayabiliriz. Elbette burada İslami Medya kavramının kimleri ve neleri kapsadığı konusunu kamuoyunda mevcut genel algıya ve okuyucunun kendi algısına havale ettiğimizi özellikle belirtmekte yarar vardır. Belki de bu tür bir belirsizlik meselenin bir şahsiyet meselesi haline getirilmesine ve bu suretle değerlendirmelerin değerinin azaltılmasına da engel olacaktır.
Ülkemizdeki İslami medyanın yaptığı yayın faaliyetinin yüzde yüz İslama uygun olduğunu herhalde bizzat bu yayın faaliyetini yürütenlerin kendileri de ileri sürmekte zorlanacaklardır. En azından insaf sahibi olanların bu iddiada bulunmaktan çekineceklerini kolaylıkla tahmin edebiliriz. Dolayısıyla İslami medyanın faaliyetlerinin şu veya bu oranda İslami ilkelere uygun olmayan unsurlar içerdiğini ifade etmek daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
Kabaca yapılan bu tespit üzerine pekçok okuyucumuzun zihninde canlanacak olan “İslama aykırı unsurlar” genellikle kadınların açık-saçıklığı, spikerlerin tesettürlü olmaması, haberlerle ilgili görüntülerdeki mahzurlar, İslami kesimin İslami ilkelere uygun olarak üretmediği, tam aksine seküler çevrelerce üretilmiş olan reklamlarla ilgili bazı olumsuzluklar, eğlence programlarındaki olumsuzluklar v.s. ile ilgili olacaktır. Aslında bu algı hiç te yanlış değildir. Zaten gerek İslami medyanın kendisinin, gerekse bu medyanın müşterileri olan İslami kesimlerin bu olumsuzlukların farkında olmadıkları söylenemez. Nitekim biz de bu yazımızda bu konu üzerinde durmaya ve birtakım değerlendirmeler yapmaya çalışacağız. Ancak bu tür değerlendirmelere geçmeden önce çoğumuzun aklına gelmeyecek olan bir başka olumsuzluktan söz etmenin daha önemli olduğuna inanıyoruz ki bu da, İslami medyanın bizatihi İslam konusunda yaptığı yayınların keyfiyeti ile ilgilidir.
İslami medyanın sahip oldukları yayınevleri, gazete, dergi, TV kanalları ve internet siteleri aracılığıyla topluma dini bilgileri aktarmaya özen gösterdikleri malumdur. İlke olarak gerekli olan ve iyi niyetle yapıldığından kuşku duymadığımız bu hizmetlerin bünyesinde İslama şu veya bu ölçüde, hatta zaman zaman tamamen aykırı unsurların da yer aldığını belirtmek pek çoğumuza şaşırtıcı gelebilir. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, İslami medyanın sunmaya çalıştığı din tasavvuru oldukça problemli olup, bünyesinde bazı problemleri barındırmaktadır ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
- DARALTILMIŞ DİNDARLIK: İslami medyanın sunduğu İslam tasavvuru kapsamlı olmayıp parçacıdır, yani büyük ölçüde bireysel dindarlıkla ,hem de günlük ibadetlere indirgenmiş bir “daraltılmış dindarlık”la sınırlıdır. İslamın Ümmet boyutu ile küresel boyutuna verilen önem son derece cılızdır.
- BİLGİ KİRLİLİĞİ: İslami medyanın sunduğu İslam tasavvurunda en önemli olumsuzlukların başında hiç kuşkusuz “bilgi kirliliği” meselesi gelmektedir. Zira İslami medyanın her tür medya iletişim araçlarında İslam adına sunduğu bilgilerin büyük bir kısmı asılsız, temelsiz, kulaktan duyma, atalar kültü şeklinde nesilden nesile aktarılan bilgilerdir. Bu tespit özellikle yayınlarda başvurulan “rivayet malzemesi” bakımından geçerlidir.
- DİNİ KİTAPLARDA YAZILI OLAN HERŞEY DOĞRU DEĞİLDİR: Geçmiş asırlarda yazılmış olan arapça eserlerden aktarılan bilgilere gelince, her ne kadar bunlar kaynaksız bilgiler olarak nitelendirilemezse de, kitaplarda yazılan her bilginin zorunlu olarak doğru olması gerekmediği de unutulmamalıdır. Maalesef halkımızın iyi niyetle zaman zaman söylediği üzere “Canım kitapta yazıyor ya !” ifadesi bu durumu gayet güzel özetlemektedir. Buna mukabil İbn Teymiyye’nin muhteşem “ALLAH’IN KİTABI DIŞINDA HATADAN SALİM BİR KİTAP YOKTUR (La yeşlemu kitabun mine’l-galati illa’l-Kur’an)” sözü halkımızın, hatta İslami ilimlerle iştigal edenlerimizin meçhulüdür. Şayet bu sözde ifadesini bulan bilimsel zihniyet ve ihtiyat İslam toplumlarına egemen olsaydı, Allahın kitabı dışındaki her dini bilginin mutlaka araştırılması, incelenmesi ve sorgulanması, ancak doğru ve sağlıklı olduğu kesinleştiği takdirde kullanılması şeklindeki uygulama da egemen olur ve İslami medyada sözü edilen yanlışlar yapılmazdı.
- İLMİ ZİHNİYETE VE İLMİ ARAŞTIRMALARA BİGANELİK: Malum olduğu üzere İslami ilimler ve İslam düşüncesi asırlar boyunca sürekli değişen, gelişen birikimsel bir yapıya sahiptir. Bu durumun bir uzantısı olarak günümüzde İslam Dünyasındaki ilmi araştırma kurumlarında pekçok araştırma yapılmakta, makaleler ve eserler yazılmakta, ilmi toplantılar düzenlenmektedir. Buna rağmen yapılan bu çalışmaların pek azı İslami medyaya yansımaktadır. Bunda ise İslamın dinamik değil statik, keşfedilecek değil tekrarlanacak birşey olduğuna dair algı hatasının büyük bir payı vardır. Elbette burada yapılan bütün ilmi çalışmaların aynı seviyede olmadığını, içlerinde ilmilik sıfatını haketmeyenlerin de bulunduğunu göz önüne almak ilmi tarafsızlığın ve insafın bir gereğidir. Ama en azından muhataplara tek taraflı bir bilgi vermemek ve yapılan yayın faaliyetinin bir tür beyin yıkama faaliyetine dönüşmesini engellemek için, bir konuda eski-yeni bütün görüşleri ve yaklaşımları objektif bir biçimde sunmak, daha sonra bunlar arasında tercih hakkını kullanmak daha dürüst ve daha ilmi bir tavır olacaktır.
- DARALTILMIŞ GELENEK: İslami medyanın her bir kesiminin şu veya bu alanlarda, büyük ölçüde belli bir tarikat, cemaat, gurup, parti ve oluşumun amaçlarına hizmet etmek üzere faaliyete geçtiği de bilinmeyen birşey değildir. Böyle olunca da yapılan dini yayınlar şu veya bu alt gelenek çerçevesinde sürdürülmekte, bir bakıma kendi açılarından haklı olarak muhatap kitlelerini bir arada tutmak için yayınlarını yönlendirmektedirler. Genel olarak ülkemizdeki İslami medyanın Sünni gelenek içerisinde yer aldığını söylemek mümkün ise de, her bir İslami medya kesiminin büyük sünni geleneğin sadece dar bir kısmına sahip çıktığı, bırakın diğer gelenekleri, Sünni gelenek içerisindeki farklı yaklaşımları bile görmezlikten geldiği, ya da gerçekten bu durumu bilmediği söylenebilir. Bu anlamda ülkemizdeki İslami Medyanın yaşlandığı geleneğin de büyük ölçüde “Daraltılmış Gelenek” olduğu ifade edilebilir. Bu durumda ülkemizdeki İslami medyanın şu anda İslam Dünyasının yaşayan geleneklerine (Hanefi-Şafii-Maliki-Hanbeli-Zahiri-Selefi-Sufi-Esarı-Maturidi alt geleneklerini kapsayan Sünnilik yanında mesela İmamiye-Caferiye, Zeydiyye, İsmailiyye, Nusayriyye, Dürziyye gibi alt gelenekleri kapsayan Şiilik ile İbadılık gibi geleneklere) dair yeterli bilgi sahibi olmak bir yana, ilgi duyduklarını bile söylemek hayli zordur.
- GELENEKÇİ İSLAMİ YAKLAŞIMLAR “İN” , YENİLİKÇİ İSLAMİ YAKLAŞIMLAR “ OUT”: İslami Medyanın sunduğu İslam tasavvurlarına bakılarak, onların Çağdaş İslam Dünyasındaki Yenilikçi İslami yaklaşımlara sıcak bakmadıklarını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Hatta zaman zaman bununla kalmayıp işi her türlü yenilik çabasına düşmanlık beslemeye kadar vardırabildiklerini de söylemek gerekir. Bunda İslami Medyanın her bir kesiminin şu veya bu cemaat, tarikat veya gurup tarafından faaliyete geçirilmiş olmasının kuşkusuz belirleyici rolü vardır. Sözü edilen her bir gurubun kanaat önderleri içerisinde ilmi araştırma, inceleme ve sorgulamaya dayalı, eleştirel düşünceyi önemseyen, yeni yorumlara ve yaklaşımlara açık, ilmi ve akademik bir zihniyetten yana olanların sayısı yok denecek kadar az olduğundan bu sonuca da şaşmamak gerekir. Bunun tabii sonucu ise, müslümanların bakışlarını geleceğe değil, sürekli ideal olan geçmişe çevirmekten başka birşey değildir. Halbuki Muhammed İkbal’ın dediği gibi Hz.Peygamberin mesajı kaynağı itibariyle yüzü geçmişe dönük ise de, ruhu itibariyle tamamen gelecek çağlara yöneliktir.
- MALUMU İLAM VEYA HASILI TAHSİL: Sonuç itibariyle – diğer pekçok İslam ülkesindeki İslami medya gibi- ülkemizdeki İslami medyanın İslam adına sunduğu malumat geçmişte yazılmış ve söylenmiş olanların tekrarını nadiren aşmaktadır. Bir başka ifadeyle İslama dair verilen bilgiler malumun ilamından ya da hasılın tahsilinden öteye geçmemektedir.
Daha da çoğaltılabilecek ve derinleştirilebilecek olan bu gibi değerlendirmeleri burada noktalayıp, ama yine bu konuyla da alakası olan bir başka konuya geçmek istiyoruz ki, o da İslami Medyadaki İslama aykırı unsurlarla ilgili olacaktır:
İSLAMİ MEDYADA GAYR-İ İSLAMİ UNSURLAR:
İslami Medya adı verilen kesimin yayınlarını araştırıcı gözle inceleyen herhangi bir kimse, İslama uygunluğundan söz etmek zor olan pekçok unsurla karşı karşıya bulunduğunu hemen farkedecektir. Bunların başında ise görüntülü medyadaki filimler, diziler ve reklamlar gelmektedir. Büyük çoğunluğu katı muhafazakar kesimlere ait olan İslami medya aleminin TV kanalları içerisinde bu konuda hemen hemen tek bir istisna bile bulmak çok zordur.
KİŞİLİK DEĞİL DİŞİLİK
Hiç şüphesiz bu unsurların başında bilhassa kadın konusu, daha doğrusu kadının cinselliği ve dişiliği daima rahatsızlık verici meselelerin başında yer almaktadır. O kadar ki mesele, İslami medyaya ait TV kanallarında hala başörtülü tek bir spiker bile bulunamayacak derecede varlığını sürdürmektedir. Ne var ki mesele kadının medyada başı örtülü bir şekilde görünmesiyle de bitecek gibi değildir. Zira başı örtülü kadın görüntülerinde bile – ki genellikle reklamlarda ve dizilerde gözlemlenen bir husustur – güzel, çekici ve ‘dişi” olmayan bir kadına rastlamak neredeyse imkansız gibidir. Özellikle başörtüsü reklamlarında bu durumu açık bir şekilde müşahade etmek mümkündür. Keza islami kanalların, spikerlerin seçiminde kadının güzelliği ve çekiciliği belirleyici bir unsuir gibi görünmektedir, zira güzel ve çekici olmayan- mesela BBC deki bazı spikerler ve sunucular gibi-spikerlere veya sunuculara rastlamak neredeyse imkansızdır.
Reklamlara gelince, hem kadının cinselliğinin istismar edildiği, hem de İslami kesimin pek önemsemediği çocuk istismarının açıkça sergilendiği alanların başında ise elbette reklamlar gelmektedir. İslami medya bu reklamları kendilerinin hazırlamadığı bahanesinin arkasına sığınmaya çalışsa da, bu tür bir savunma, yapılanın yanlış ve İslama aykırı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya tabii ki yetmez. Zira hiç kimse İslami medyayı İslama aykırı reklamlar yayınlamaya zorlamamaktadır. Kaldı ki reklamlar için öne sürülebilecek bu muhtemel bahane bir yana, spikerle ve sunucular konusunda ne gibi bir baskının söz konusu olabileceği doğrusu merak konusudur.
VİCDANI İLE CÜZDANI ARASINDA MÜSLÜMANLAR
Mamafih kimseyi merakta bırakmamak için şu itirafı açık yüreklilikle dile getirmekte gecikmeyelim: Aslında diğer konularda olduğu gibi, spikerler ve sunucular konusunda da İslama aykırı görüntülerin İslami medyada boy göstermesi bir baskının sonucudur; daha açık söylemek gerekirse kapitalist dünya görüşünün piyasa kültürünün ve tüketim zihniyetinin ürünü olan şartların bir dayatması söz konusudur. Tıpkı geçmişteki bazı süreçler esnasında, başörtülü hanımların İslami özel sektör müessseselerinden bile çıkarılmasında ve başörtülülerin istihdamından kaçınılmasında yaşanan türden bir baskı. Ancak unutmayalım ki bu baskılar kanun veya silah zoruyla uygulanan baskılar değildi, sadece “vicdanı ile cüzdanı” arasında kalan çoğu İslami iş çevrelerinin cüzdanı tercih etmesi söz konusuydu.
CÜZDAN VİCDANA TAM GALEBE ETMİŞ DURUMDA
Vicdanın sesine kulak tıkayıp cüzdanı kurtarma yoluna gitmek, İslami çevrelerde sadece başörtülü hanımlar meselesiyle sınırlı değildir. Bilakis yine kanuni hiçbir mecburiyet, hatta belli dönemlerdeki gibi bir tür siyasi-ideolojik türden bir manevi baskının olmadığı son yıllarda, İslami medyanın yıllardır karşı çıkıp lanetlediği faizli bankaların reklamlarını harıl harıl yayınlamakla meşgul olduğunu görmemek mümkün müdür? Hele buna bir de kadın cinselliği ile çocuk istismarının boy gösterdiği reklamların yine İslami medyada fütursuzca yayınlanmasını eklersek, cüzdanın vicdan üzerindeki tartışılmaz egemenliği açıkça gözler önüne serilecektir.
İSLAMA AYKIRI UNSURLAR KADIN VE ÇOCUKLA MI SINIRLI?
Elbette bunlar sadece birer örnekten ibarettir. Bunların dışında İslami bir dünya görüşüne taban tabana zıt bir hayat tarzının propagandasını yapan, lüks tüketimi tahrik eden, gençler için zararlı olan hazır gıdaları, katkı maddeleri içeren veya GDO ihtiva eden gıda ürünlerini, Batıda çocukların korunması için tedbirlerin alınmaya başladığı gazlı ve kolalı içeceklerin tüketimini teşvik eden reklamlar, hem de çocuk istismarı eşliğinde her gün İslami medyada boy göstermektedir.
Zayıflamayı, güzelliği, ince bir bedene, dalgalı saçlara, kepeksiz saçlara, pürüssüz ciltlere sahip olmayı hayatın tek amacı olarak sunan, gevezeliğin, yersiz konuşmanın hoş karşılanmadığı bir kültüre karşı ‘sabahtan akşama lak lak etmeyi, boş laf etmeyi’, yani İslami tabirle “malayanı” yi teşvik eden reklamlar sürekli İslami medyada arz-ı endam etmektedir.
Yine lüks bir hayatı, güzel hanımları, lüks arabaları, güzel güzel yiyip içmeyi ve eğlenmeyi hayatın yegane amacı ve mutluluğun yağane aracı olarak gören maddeci-materyalist bakış açısının ürünü olan reklamlar da İslami medyada kendisine yer bulmakta hiç te zorlanmamaktadırlar.
Kısacası maddeci-hedonist, ama aynı zamanda sanal-gerçek dışı bir dünyayı ideal olarak pompalayan reklamların akıttığı zehirler müslümanların beyinlerine İslami medya eliyle zerkedilmekte, beyinler yıkanmakta, uyuşturulmakta, ama nedense ne İslami medya ne de bu medyanın destekçileri bu durumdan bir rahatsızlık duymamakta, rahatsızlık duyduğuna dair hiçbir emare görülmemektedir.
NEREDEN NEREYE ?
Peki, İslami medya kuruluşlarının arkasındaki İslami kesimlerin bu gelişmeler karşısında sessiz kalmaları nasıl izah edilecek? Hele hele, 70-80 li yıllarda, boy abdesti almadan dış kaplatmanın caiz olmadığını, kaplatanın kaplamasını soktürmesi gerektiğini – dini hassasiyet adına – idda eden, kolonya kullanmanın caiz olmadığını savunan, namahrem hanımlarla tokalaşmama mücadelesi veren, sigortayı haram gören, alkollü içki satan işyerlerinden alışveriş etmemeyi bir çeşit cihad sayan, kısacası dini konularda kılı kırk yaran kesimlerle, İslami medyanın arkasındaki bu kesimlerin aynı insanlar olduğunu söylersek cevaplanması gereken sorunun vahameti daha da artacaktır.
İSLAM “DAVA” SINDAN KONFORMİZME: NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE İNANIRSINIZ!
Bu sözü en çok İslami kesimler İslama aykırı yaşayış tarzını eleştirmek ve tehlikesine işaret etmek için – yine 70 lerden 90 li yıllara kadar- ağızlarından düşürmezlerdi. Ama ne garip tecellidir ki, bugün bu yazıda bu sözü İslami kesimlerin İslami medyasına yöneltmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Zira dün bankayı haram görenler bugün İslami Finans kurumu gömleğini çıkarıp banka gömleğini giymek için birbirleriyle yarışmışlardır. Keza dün sigortanın haram olduğunu söyleyenler bugün sigorta sektöründe dört nala gitmektedirler. Dün faize haram diyenler bugün TV kanallarında açıkça faiz reklamlarını harıl harıl yayınlamaktadırlar. Dün kadının eline dokunmamayı Cihad sayanlar bugün güzel ve çekici medyatik hanımlarla programalar yapmakta, onlarla medyada boy boy poz vermekte tereddüt etmemektedirler. Bütün bunları bir cümle ile özetlemek gerekirse İslami kesim de onların İslami medyası bir zamanlar uğrunda mücadele ettiği “İslam davası” çabalarından yorulmuş olmalı ki, çözümü statükoya eklemlenmek, sistemden pay almak, pastadan pay kapmak, Nasreddin Hoca’mızın bir fıkrasında dediği gibi ‘biraz da biz ölelim’ noktasına gelmek suretiyle “Konformizm”de bulmuş görünmektedir.
BU MÜSLÜMANLIKLA BURAYA KADAR !
Bu başlık yıllar önce yazdığımız kısa bir yazının başlığı idi. Bu yazıda Irak işgali sonrasında İslam Dünyasının nasıl olan bitenleri seyretemekle yetindiğinden, bunun da İslam Dünyasının mevcut İslam tasavvurunun tabii bir sonucu olduğundan söz etmiş, İslam Dünyasının bu tasavvurla bir yere varamayacağından bahisle, bu başlığı kullanmıştık. Görünen o ki bu başlık hala geçerliliğini korumaktadır, en azından İslami Medyanın durumuyla ilgil olarak bu böyledir. Dolayısıyla tam olarak kırk yıldır İslam, İslam davası, İslami hareketler, İslami ilimler ve İslam Düşüncesi alanındaki gelişmeleri takip etmeye, anlamaya ve ulaştığı sonuçları başkalarıyla paylaşmaya uğraşan biri olarak, yukarıdaki başlığın bugün de hala geçerli olması beni pek te şaşırtmamıştır. Zira insanı, kendi benliğini ve dış dünyayı değiştirmeye yöneltmeyen bir din tasavvuru sonuçta statükoyu desteklemeye mahkum demektir. Ya da Ali Şeriatı’nın deyimiyle bir ‘karşı din’ olmaya aday demektir.
Bu noktada yapılan eleştiriler karşısında İslami kesimlerin ve İslami medya çevrelerinin “ bekara karı boşamanın kolay öldüğündan” dem vurmaya, şartların henüz İslami ilke ve emirleri uygulamaya müsait olmadığını seslendirmeye, darü’l-harp’ten bahsetmeye, şimdilik “düşmanın silahıyla silahlanmak gerektiğini” savunmaya başvuracaklarını tahmin etmek elbette zor değil. Çünkü sisteme – üstelik bu sistemin bir parçası olarak ona alışıldığı takdirde – muhalefet zordur, konformizm ise daha kolaydır ve nefse hoş gelir. Hele bu konformizme bir de İslami kılıf – İslama hizmet için geçici olarak bunlara göz yummak gerekir, zira harp hiledir, şeklinde bir kılıf – geçirilirse tadına doyum olmaz.
SON SÖZ: HELA SÜPÜRGESİYLE CAMİ TEMİZLENMEZ !
Bu ve benzeri pekçok mazeretleri sadece İslami medya çevrelerinden değil, davasını unutan, vicdanı bırakıp cüzdanı tercih eden, kısacası statükoya eklemlenen pekçok konformist müslüman kardeşimizden zaman zaman duyduğum için, onlara sorduğum soruyu bu defa burada siz okuyucularıma da aynen tekrarlamakta bir beis yoktur: Aziz kardeşim kararını ver: Hela süpürgesiyle cami temizlenir mi?