Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut yapısını nasıl analiz edersiniz?
Hantal, demode, cesaretsiz, statükocu ve kendini yenileyemeyen bir kurum olarak merkez teşkilatını; iyi niyetli, ama bilgi ve yöntem olarak yetersiz bir din adamları ağı olarak ta taşra teşkilatını bir arada ele alacak olursak, temel özelliğin nihai tahlilde “ İslam’ı ve müslümanları kontrol altında tutmak” olduğu şeklindeki tespit pek yabana atılacak türden görünmemektedir. Nitekim başlangıçta genel kurmay başkanlığı ile aynı statüde kurulduğu halde bugün hükümetlerin, sivil ve askeri bürokrasinin etkilerine tamamen açık edilgen bir yapıda olduğunu hemen herkes bilmekte, görmektedir. Kendisine verilen “toplumu akaid, ibadet ve ahlak alanında aydınlatmak” görevini hakkıyla yapabildiğini söylemek için bile aşırı iyimser olmak gerektiği kanaatindeyim.
TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, “Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olamayacağı” yönündeki açıklaması için neler söylersiniz?
Devletin dine ,dinin devlete karışmaması anlamındaki laiklik tanımı ile tutarlılık açısından DİB’nın genel idari yapı içinde yer almaması gerektiği söylenebilir. Ancak DİB’nın lağvedilmesi durumunda, yerine ne konacağı da tartışılmalıdır. Bu noktadaki tartışmalar olgunlaşıncaya kadar da, ara bir çözüm olarak DİB’nın özerk bir anayasal statüye kavuşturulması imkanı üzerinde durulabilir.
Türkiye’de yapılan her dini tartışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gündeme getirilmesini nasıl izah ediyorsunuz?
Bu konuda pek çok sebep söz konusu olabilirse de, en derindeki sebebin, ülkemizde İslam’ın yerinin belirlenmesi konusundaki gerilimlerle doğrudan ilgisinin bulunduğunu söylemek pek te yanlış olmasa gerektir.
İslami toplum modelinde din ve diyanet işlerini tanzim eden kurumsal bir yapı geçmişte nasıldı? Şimdi nasıl olmalı?
14-15 asırlık İslam medeniyeti tecrübesinin, bölgeler, dönemlere ve eğilimler açısından farklılıklar arz ettiğini de unutmaksızın, bilhassa sünni gelenekte din ve diyanet işlerinin genelde devlet kontrolünde gerçekleşmiş olduğunu ve Osmanlı imparatorluğunun bu durumun son örneğini teşkil ettiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu bakımdan sünni geleneğin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.
Hz.Peygamber öncülüğündeki kurucu tecrübede açık ve kesin bir din-dünya ayrımı olmadığından ayrıca bir resmi kurum olarak din-diyanet teşkilatından da söz etmek mümkün değildir.
Türkiye’de devlet-din ilişkilerine dönük neler söylenebilir?
Din-Devlet ilişkilerinin ülkemizin fevkalade güçlü ve zengin maddi-manevi potansiyellerinin boş yere ziyan edilmesinden ve toplumda gerilim, sıkıntı ve sancılara yol açmaktan başka bir işe yaramadığını söylemek biraz abartılı da olsa gerçeğin ifadesi olarak kabul edilebilir. Sanırım dünyanın hiçbir yerinde kahir ekseriyeti müslüman olan Türkiye gibi bir ülkede olduğu gibi din ve dindarlarla bu kadar uğraşıldığı ve dindarların bunaltıldığı bir başka medeni ülke bulmak zor, hatta imkansızdır. Bunda ise hala 19.yy’ın bugün demode olmuş pozitivizminin, vesayetçi devletçilik ve toplum mühendisliği anlayışının geçerliliğini yitirdiğini bir türlü kabullenememenin ve tek tip vatandaş yaratma tutkusunun, ciddi bir rolü bulunduğu inkar edilemez.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi Müslümanların gündelik hayatlarında ne gibi sonuçlara yol açar?
Hemen lağvedilmesi durumunda ciddi sıkıntıların doğacağı aşikardır. Bu sıkıntılara yol açmaması için konunun bir sürece yayılması gerektiğini vurgulamak gerekir. Bu sürecin ilk adımı olarak DİB’nı sadece mabetlerin idaresinden sorumlu tutmak, diğer her yönüyle “İslam” konusunu ise sivil ilim ve fikir çevrelerine bırakmak yoluna gidilebilir. Zaten ülkemizde İslam’a ilişkin tartışmalarda DİB hiçbir zaman inisiyatif sahibi ol(a)madığından, aslında şu andaki durum da pek değişmiş olmayacaktır.
Hac konusu ise Malezya örneğinde olduğu gibi bağımsız bir birim haline getirilebilir. Cuma ve bayram namazlarının kılındığı büyük camilerin idaresi DİB’na, mahallelerdeki küçük “mescitler”in idaresi ise cami cemaatına bırakılabilir. Bu ise hantal yapıdaki teşkilatın personel kadrosunu % 60-70 oranında azaltacak, buna bağlı olarak şu anda kadroları şişmiş olan merkez teşkilatı da büyük ölçüde küçülmek durumunda kalacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal yapısını zaman zaman aleviler tartışmaya açıyor, zaman zaman siyasiler. Peki bu mesele halkın gündeminde ne kadar yer ediyor? Milletimiz gerçekten Diyanet’ten rahatsız mı?
Milletimizin taşra teşkilatından ziyade merkezin maruz kaldığı siyasi ve bürokratik etki ve telkinlerden, hatta son zamanlardaki DİB-BOP/GOP ilişkisine dair tartışmalardan anlaşıldığı üzere dış etkilerden belli ölçüde rahatsızlık duyduğu muhakkaktır. Bunun dışında başkanlığın hizmetlerinden – Başkanlığın varlığını sorgulayacak kadar- şikayetçi olduğunu söylemek için elimizde yeterli bilgi-belge olduğu söylenemez. Ama bu ortada hiçbir sıkıntı olmadığı anlamına da gelmemektedir. Keza DİB ile ilgili tartışmaların halkın öncelikli gündemini oluşturduğunu söylemek te zordur. Ülkemizde DİB’nı tartışmaya açanların – genellikle- İslam’a soğuk bakan kesimler olduğu şeklindeki tespit te ayrıca üzerinde durulmaya değerdir.
Aleviler Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil görevi talep ediyorlar. Bu durum İslam’daki bütünlük açısından ne gibi sakıncalara yol açar? Bir de bu talebin gerçekleşmesi Türkiye’de millet bütünlüğünü nasıl etkiler?
Alevilerin bu taleplerinin, laiklik ile tutarlı olup olmadığına hiç aldırılmaksızın, sadece pastadan pay alma mantığı ile gündeme getirilmiş olabileceği sürekli dile getirilmektedir. Alevilerin kendi aralarındaki kimlik meselesini açıklığa kavuşturmaları gerektiği de sık sık gündeme getirilmektedir. Zira sadece aleviler değil, pek çok tarikat ve cemaatler yanında, çeşitli hiristiyan, yahudi, yezidi vb. grupların ve dini oluşumların da aleviler gibi benzer taleplerde bulunabilecekleri göz önüne alındığında, sadece sünnileri ve alevileri değil, bütün dini grupları içine alan yeni bir yapılanmaya gerek duyulacağı ortaya çıkar. Bunun tek bir yapı içerisinde gerçekleştirilmesinin ne derece mümkün olduğu tartışmaya açıktır.
Dini hayatın organizasyonunu ‘cemaatlere ve vakıflara bırakalım’ diyorlar. Siz ne diyorsunuz?
Önceki soruda işaret edilen durumdan dolayı böyle bir çözüm önerisi ilk bakışta hayli makul görünebilir, ancak bunun o kadar kolay olmadığını da kabul etmek gerekir. Belki güçlendirilmiş mahalli idarelerle işbirliği içerisinde bu konuda daha tatminkar sivil bir çözüm bulma imkanı ortaya çıkabilir.
İslam ülkelerindeki diğer uygulamalar için neler söylersiniz?
Pek çok İslam ülkesinde Türkiye’dekine benzer uygulamaların bulunduğu bilinmektedir. Elbette İslami düzenlerde, İslam’a bağlı yönetimlerde veya İslam’a müspet bakan laik düzenlerdeki uygulamalar daha rahat ve problemsiz olabilmektedir. Bu arada devrim öncesi İran’da din adamlarının devletten bağımsız ve sadece halkın mali desteğiyle ayakta duracak bir farklı yapılanma içerisinde hizmetlerini sürdürdüklerini de unutmamak gerekir.
Türkiye’de başörtüsü konusunda insanlar nasıl bir sınav veriyor? Diyanet İşlerinin tavrını nasıl buldunuz?
Elbette başörtüsü yasağını uygulama taraftarlarının iyi bir sınav verdikleri söylenemez. Özgürlükler alanını daraltarak bir yere varmak mümkün görünmemektedir. Ortada sadece ispatlanmamış ön yargı ve iddialardan, niyet okumalardan ve hukukiliği tartışmalı yorumlardan yola çıkılarak oluşturulmuş bir söylem ve bu söylemin anayasal kuruluşlar tarafından himayesi sonucunda ortaya çıkmış fiili bir durumun varlığından söz etmek daha gerçekçi görünmektedir. Son zamanlarda yapılan tartışmalardan sonra, meselenin sadece başörtüsü meselesi ile değil, İslam’ın bu ülkede her alanda görülen etki ve tezahürlerinden duyulan hoşnutsuzlukla da açıklanması gerektiği kanaati giderek yaygınlık kazanma eğilimi göstermektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl olmalı?
Aslında yukarıdaki sorulara verilen cevaplarda, DİB’nın nasıl olması gerektiği konusunda birtakım ipuçlarının bulunduğunu görmek zor değildir. Fakat burada üzerinde durulması gereken daha önemli bir başka noktayı da gözden kaçırmamak gerektiğine inanıyoruz. O da DİB’nın sunduğu İslam’ın ne tür bir İslam olduğu hususudur. Bu İslam’ın büyük ölçüde daraltılmış, seyreltilmiş ve dayanakları sorgulanmamış taklide dayalı bir İslam olduğu rahatlıkla söylenebilir. Özellikle akaid, ibadet ve ahlak alanında müslümanlara DİB tarafından sunulup telkin edilen İslam’ın, genelde belli çağın ve toplumun gerçeklikleriyle birebir bağlantı kurmaktan sakınılarak, adeta boşluğa söylenmiş genel geçer klişelerden öteye geçemediğini göz ardı etmemek gerekir. Şu anda DİB, İslami ilimler ve İslam Düşüncesi alanındaki güncel ve çağdaş gelişmeleri bile teşkilatına yansıtmaktan uzak ve bu konuda isteksiz davranmakta ısrarlı bir tutum içerisindedir. Dolayısıyla cami hizmetlerinin yaygınlık ve teşkilatlanma açısından bazı İslam ülkelerinden daha iyi bir durumda olması, hizmetin muhtevasının da kaliteli olduğu anlamıma gelmemektedir. Sık sık bazı hükümet yetkilileri tarafından da tekrarlanan bu iddia, aslında bilimsel araştırmalarla desteklenen bir iddia olmaktan ziyade, bir politik söylem malzemesi olarak kullanılmaktadır. DİB yurtdışı hizmetlerinde de toplayıcı olacağı yerde genellikle aksi bir işlev görmüş, Türkiye’deki olumsuzlukları yurt dışına da taşımıştır.
TDV elindeki devasa imkanlara nispetle son derece cılız bir performans sergilemiştir. Ve nihayet DİB, TDV, DİTİB gibi kuruluşlarda daima resmi ideolojiye yakın belli bir siyasi çizgi egemen olmuş, bu çizgi dışındaki siyasi eğilimlere ise geçit verilmemiştir. Bu da DİB’nın milletin değil devletin ve siyasetin iradesini temsilcisi olarak algılanmasına zemin hazırlamıştır.
İşte ilk iş olarak atılacak olan adımlar, buraya kadar işaret edilen olumsuzlukların ortadan kaldırılması yönünde atılmalı, ardından başkanlığın statükosu netliğe kavuşturulmalı ve devlet, hükümet, sivil ve askeri bürokrasi, hatta birtakım güç odakları ve medya tarafından güdümlenemeyecek bir bağımsızlığa kavuşturulmalı, başta merkez teşkilatının hantal idari yapısı küçültülerek etkinleştirilmeli, bütün kademelerde yöneticiler seçimle iş başına gelmeli, hesap verilebilirlik sağlanmalı, toplumun her kesimini temsil edecek bir yapılanmanın imkanları tartışılmalı, yeniliklere açık ve bu uğurda gerekli adımları atabilecek azim ve kararlılıkta bir vizyona sahip olmalı, ağırlıklı olarak yetişkin erkeklere değil, aynı ağırlıkta gençlere, çocuklara, kadınlara ve kızlara hizmet vermeyi ilke edinmeli, diğer İslam ülkelerindeki benzer kurum ve hizmet birimleriyle işbirliği, dayanışma ve bilgi-tecrübe alışverişinde bulunmalı, İslam dünyasındaki gelişmelere kendisini kapatmamalıdır.
Hepsinden önemlisi de DİB’nın her kademedeki amir ve memurları, her şeyden önce Allah’tan başka hiç kimseye kul olmamakla mükellef olduklarını, dolayısıyla Allah’ın dinini her türlü harici veya dahili her türlü tahrif, tebdil, istismar ve maniplasyonlardan uzak tutmakla mükellef olduklarını asla unutmamalıdırlar. Zira Din özünde kula kul olmaktan kurtulup sadece Allah’a kul olmak demektir.