BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Kırbaşoğlu: ’’21. yy da yaşanabilir, sürdürülebilir bir insanlık ve Müslümanlık modeli geliştirmemiz lazım’’

KIRŞEHİR DOĞU KONFERANSI İLE TANIŞIYOR

 

Değerli misafirler,

Bugün sadece ülkemiz değil, bütün insanlık olarak tarihin en kritik noktalarından birinde bulunuyoruz. Elbette tarihte böyle kritik anlar pek çoktur. Ancak şu anda içinde bulunduğumuz durum, geçmiştekinden çok farklı ve son derece ciddidir. Çünkü artık hem insanlık hem de gezegen küresel bir tehditle karşı karşıyadır. Geçmişte krizler bölgesel idi ve bir bölgedeki krize karşı başka bölgeler kendilerini koruma altına alabiliyorlardı. Çağımızda ise, küreselleşme adı altında yaşanan gelişmeler, hem sosyal, beşeri ve manevi alanda, hem de tabii kaynaklar, çevre ve nükleer tehdit gibi alanlarda, insanlığı ve gezegeni bir yok oluşa doğru hızla sürüklemektedir. Bu fevkalade olumsuz gelişmeler artık sınır tanımaz bir hal almış durumdadır. Bu küreselleşme sürecinde iyiliklerden çok kötülüklerin, adaletten çok haksızlıkların ve zulümlerin, refah ve huzurdan ziyade fakirlik, yoksulluk ve ölümlerin, savaşların, katliamların yaygınlaşması bu durumun açık bir ispatı olsa gerektir. Ülkemizde ahlak ve maneviyat alanında görülen yozlaşma, değerler alanında görülen aşınma bir yana, ekonomik alanda görülen haksızlık ve adaletsizlikler, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, vergi sistemindeki adaletsizlikler, işsizlik ve yoksulluklar, hortumlamalar, haksız kazançlar, spekülatif, üretime dayanmayan kazançlar, rant ekonomisi toplumsal yapıyı ciddi olarak zedelemeye devam etmektedir. Halbuki bir toplumu ayakta tutacak olan en temel esasın “Adalet” olduğunu bilmeyen yoktur. Toplumlar küfürle kaim olabilir, ama zulümle kaim olamazlar. Adalet sadece hukuki ve kanuni bir kavram değil, aynı zamanda ekonomik bir kavramdır. Hatta hukuk ve kanun alanındaki adalet, ekonomik alandaki adaletle atbaşı gitmek zorundadır. Bu sebeple âdil bir hukuk düzeni ne kadar gerekli ise, âdil bir paylaşımın olması da o kadar gereklidir. Buna rağmen ülkemizde âdil bir gelir dağılımından ve vergi sisteminden söz etmek neredeyse imkansızdır. Bu durum ülkemiz için olduğu kadar, küresel ölçekte de söz konusu. Mesela sık sık Türkiye’de milli gelirin arttığı söylense de, bu son derece aldatıcıdır. Zira bu milli gelir artışı, zenginlerin daha zengin olduğu, fakirlerin ise  refah seviyesinde herhangi bir ciddi düzelme gerçekleştirilmeksizin ortaya çıkan, biraz da sayılarla oynamaya dayanan bir zenginlik artışıdır. Ancak zenginliğin artışı kadar, ekonomik adaletin artışından söz etmek mümkün değildir. Küresel ölçekte de durum farksızdır. Aynı  şekilde Amerika Birleşik Devletleri dünya nüfusunun yirmi yedi birine sahiptir, ama gözü dönmüş bir hırsla ve aç gözlülükle dünya petrol üretiminin dörtte birini tüketmekten geri kalmıyor. Şöyle bir düşünün: 250 milyonluk Amerika’da söylendiğine göre kişi başına yaklaşık bir araba düşüyor, bir milyar nüfuslu Çin’de de kişi başına 1 araba düştüğünü düşünün. Ne petrol yeter ne bir şey. Dolayısıyla yakın bir gelecekte bütün insanlığı tabii kaynaklar üzerinde çok ciddi bir kavganın, bir paylaşma kavgasının beklediği ve insanlığı ciddi risklerin beklediği ortada. Bunu Cem Hocam matematiksel olarak ifade etti. Peki buna karşı bizim Müslümanlar olarak – Hıristiyan, Yahudi ve diğer din mensupları, ideoloji sahipleri onlar da kendi konumlarını belirlemek durumunda ama-  bizim yapmamız gereken ne? Benim kısaca söylemek istediğim şeyler şunlar: Bütün dünyadaki bu gelişmeler, yani Irak’ın işgali, Filistin, Afganistan, Bosna Hersek işgal ve katliamları, bundan, fazla değil daha 60-70 sene önce bütün İslam dünyasının, özellikle İngilizler, Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar tarafından sömürgeleştirilmesi, ondan önce Amerikanın keşfinin ve oradaki Kızılderililerin, Mayaların, Aztekler’in, ırkların, medeniyetlerin yok edilişi, Afrika’dan yüz binlerce milyonlarca zencinin Avrupa’ya, Amerika’ya taşınması, köleleştirilmesi, kısacası 15. yüzyılda Amerika’nın keşfiyle başlayan 17-18. yüzyılda hızlanan, 19-20.yüzyılda yaygınlaşan, insana ve tabiata karşı Batı tarzı bir modelin- sömürü, emperyalizm, vahşi kapitalizm, nükleer silahlanma, çevre krizi,v.s.- insanlığı, hatta gezegeni giderek bir felakete doğru götürmekte olduğu hepimiz tarafından görülmektedir. Bunun etkilerini yavaş yavaş biz de ensemizde hissedeceğiz, her ne kadar bugün pek yakından hissetmesekte.

Peki bu gelişmeler karşısında Müslümanlığımızın anlamı nedir? Bir kelime ile bunu ifade etmek gerekirse, Müslümanlık tarihte, dış dünyada, çevremizde olan bitenleri pasif bir şekilde seyretmek değildir. Müslümanlık, daha doğrusu bütün dinler yeryüzündeki bütün kötülükler  karşısında, şer güçlerin yeryüzünde yol açtığı menfi gelişmeler karşısında hayrın, iyiliğin, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, dürüstlüğün, bütün insani, ahlaki değerlerin yeryüzünde egemen olmasını irade eden ilahi iradenin yeryüzüne yönelik bir projesidir. Dolayısıyla dinler, özellikle de İslam yeryüzündeki olumsuz gelişmeleri değiştirmek için yeryüzüne gönderilmiştir. Allah tarafından peygamberler aracılığıyla. Bir din, bir ideoloji, bir felsefe eğer dış dünyadaki gelişmeler karşısında sadece pasif bir nesneyse, sadece seyrediyorsa, sadece mırıldanıyorsa ve statükoyu değiştirmek için hiçbir adım atmıyorsa o din gerçek bir din değildir, o din Şeriati’nin tabiri ile “karşı din”dir, Allah’ın indirdiği dine karşı mevcut egemenleri, küresel egemenlerin statükolarını payandalamak için, onların saltanatlarını sürdürmek için uydurulmuş olan, sömürü düzenini, zulüm düzenini, savaş düzenini, işgal düzenini, nükleer tehdit düzenini, küresel hegemonya düzenini payandalayan bir dindir. Bugün İslam’a düşen en büyük görev bu yeryüzündeki küreselleşme eğilimi gösteren, bazen küresel kapitalizm, bazen neo liberalizm, bazen glabalizasyon, bazen küreselleşme adı altında tabii bir şeymiş gibi bizlere de sunmaya çalışılan ve maalesef İslam dünyasının yönetici kadroları tarafından da kendi toplumlarına dayatılan bir sözüm ona gelişme ve büyüme modeline, modernleşme modeline karşı mücadele bayrağını açmaktır. Aslında bu model insanlığı felakete götüren çılgınca bir model. Bu model ülkemizde bile bugün artık İslami kesimler tarafından benimsenmekte, yüceltilmekte, kutsanmakta hepimiz birer tüketim aktörü, sadece tüketen bir tüketim robotu haline getirilmek istenmekteyiz. Açılmak istenen tırnak içinde “İslami kanallar”da bile bütün hedef insanlara daha fazla tükettirmek. Daha dün, bankacılık, sigorta caiz mi diyen, gusulsüz diş kaplatılmaz diye ortalığı ayağa kaldıranlar, bugün bütün faizli işlemlere gırtlağına kadar batmış, diğer bankalardan farksız bir duruma gelmiş durumdadırlar. Çoğu belli cemaat-tarikat yapılarına dayanan birtakım medyada her türlü bankanın, sigorta şirketlerinin, yıllar önce İslam’a aykırı diye kazan kaldırdıkları pek çok şeyin bol bol reklamlarını yaptığını görüyoruz. Aynı şekilde dindar kitleleri de habire tüketmeye, eldekini atıp yenisini satın almaya, daha fazla tüketmeye yönlendirdiğini ve bütün bunları hepimizin, çocuklarımızın gözleri önünde, evlerimize giren adeta birer beşinci kol mesabesindeki televizyon kanallarıyla yaptıklarını açıkça görüyoruz. Sözüm ona bu İslami(!) kanalların sürekli olarak çocuklarımızın beynini bunlarla bombardıman ettiğini, hepimizin birer gösterişçi tüketici, birer israf ekonomisinin parçaları haline getirilmek istendiğimizi ve gönüllü olarak kapitalizme eklemlenen bir tür “abdestli kapitalistler” sınıfı yaratılmak istendiğini görmekteyiz. Özelliklede iş ve sermaye çevrelerinde tamamen kapitalist zihniyetle çalışan, işçilerin hakkını yiyen, hatta işçilere sigorta primi vermemek için 11 ay çalıştırıp 11. ayda işten çıkaran, daha düşük ücretle onunla anlaşmak yapmak için işten çıkarıp tekrar düşük ücretle anlaşma yapan, sözüm ona İslami bir sermayenin türediği kendi toplumumuzda bile artık kapitalizmin kuralları tam anlamıyla bizleri bir yok oluşa, bir felakete, bir kaosa doğru götürmektedir. Türkiye aralarına İslami(!) kesimden abdestli kapitalistlerin de katıldığı bir mutlu azınlığın giderek daha zengin olduğu ve işsizliğin aşağı yukarı yüzde 10’lara yaklaştığı, fakirlik sınırında yaşayanların ise yirmi-yirmi beş milyona yaklaştığı, bir yanda aşırı zenginliğin bir yanda aşırı fakirliğin yaygınlaştığı, ahlaki değerlerin dejenerasyona uğradığı, adalet kavramının kalmadığı, “fütüvvet” değerlerinin, “ahilik” değerlerinin tamamen bir tarafa itildiği, tamamen küresel kapitalizm değerlerinin İslam adı altında, demokrasi adı altında, liberalizm adı altında piyasaya sürülemeye, yaygınlaştırılmaya çalışıldığı bir süreçle karşı karşıyayız. Bu Türkiye’de böyle olduğu gibi Mısır’da da böyle, diğer İslam ülkelerinde de böyle, Suudi Arabistan’da böyle.

Öte yandan petrol zengini ülkelerin zenginlerinin, prenslerinin, emirlerinin şahsi servetleri, ülkelerinin servetleri Amerika, İsrail, İngiltere, Fransız, İtalyan bankalarını zengin etmekte, bundan güç alan ülkeler Bosna-Hersek’te, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Lübnan’da, Yemen’de, Somali’de Müslümanları katletmekte, buna mukabil bizim ülkemizde de Müslüman olduğunu söyleyen, daha doğrusu İslami değerlere sahip olduğunu söyleyen politikacılarımız Müslüman ülkelere yönelik bu katliamı sadece seyretmekte. Eldeki bilgilere göre Iraktaki Müslümanların, Filistin’deki Müslümanların katliamı için İncirlik üssü kullanılmaktadır. Sadece İncirlik üssü değil bilmediğimiz 20’ye yakın üs Irak’taki işgal için kullanılmaktadır. İskenderun’dan sürekli askeri lojistik madde sevk edilmektedir. Yine söylendiğine göre Filistin’deki Müslüman kardeşlerimizi katleden İsrailli pilotlar Konya’daki hava üssünde eğitilmektedir. Bunun dışında daha bir çok bilmediğimiz gizli işbirlikleri ve anlaşmalar yapılmakta, ama İslam’ın ve Müslümanlar’ın aleyhine olarak ne gibi pazarlıklar,  anlaşmalar yapıldığını ve yapılmakta olduğunu vatandaşım bilmemektedir. Şeffaflık denmektedir, ama ortada şeffaflıktan eser yoktur, bu konularda şeffaflık tamamen ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla pek çok İslam ülkeleri devlet ve hükümetleri, yöneticileri de kendi İslami varoluşuna yani “Ümmetin varoluşu”na karşı bu güçlerle isteyerek ve istemeyerek bir işbirliği içine girmiştir. İşte bu noktada Müslümanlığımızın ne anlama geldiğini sorgulamakla mükellefiz.. Bu noktada bazı anahtar kavramları Müslümanlığımızın merkezine yerleştirerek Müslümanlığımızı yeniden inşa etmek yeni bir Müslümanlık tasavvuru geliştirmek zorundayız. Bu kavramların birincisi “Adalet” kavramıdır, yeryüzünde sosyal, ekonomik, kültürel, her alanda mutlak  adaletin temin edilmesi İslam’ın en temel hedefi,Müslümanların da en başta gelen bir görevidir. Estaîzu billah:İnnallahe ye’muru bi’l-adli ve’l-ihsâni(Allah adaleti ve iyilikte bulunmayı……emreder)…bu her Cuma hatiplerin okuduğu bir ayettir. Adalet; ekonomik adalet, siyasi adalet, hukuki adalet, kültürel adalet her alanda adalet, adalet yoksa İslam yoktur, adalet yoksa din yoktur, adalet yoksa ortada Allah’a gerçek bir iman da yoktur; çünkü Allah’ın kendisi adildir. Bir din ki adaletin değil de zulmün egemen olmasına hizmet ediyor ve zulüm düzenlerine payandalık yapıyorsa o din gerçek bir din de değildir. Bir Allah tasavvuru ki yeryüzündeki zulmün ortadan kaldırılmasına yaramıyorsa o Allah tasavvuru sahte bir ilah tasavvuru demektir. Gerçek Allah tasavvurunun, yeryüzünde adaleti egemen kılmaya yol açan bir Allah tasavvuru olması lazım. İslam’ın en önemli vasfı adalettir. Allah’ın sıfatlarının da en önemlisi “adalet”tir. İslam’ın temel kategorisi adalettir ve yeryüzünde İslam demek, tıpkı peygamberimizin ilk kurduğu düzene benzer bir sistem, yani sosyo-ekonomik adalet üzerine kurulu bir sistem demektir. Bazılarının ifadesiyle İslam, İslami proje demek, sadece Türkiye’de değil yeryüzünde sosyo ekonomik adalete dayalı bir model kurmaktır. İslam’ın temel hedefi budur. Hz. Musa’nın da amacı buydu. İsa’nın da buydu, Yusuf’un da buydu, İbrahim’inde buydu bütün peygamberlerin de. Marks’ın amacı da buydu Buda’nın da buydu, yeryüzünde ahlaki ve insani değerleri sunmak isteyenlerin hepsinin amacı adaletti. Adalet bizim yeryüzünde vazgeçemeyeceğimiz en önemli prensip. Ama adaletten bahsetmek yetmez, adalet için mücadele etmek, gerektiğinde savaşmak gerekir. Amerika’nın neo liberalizminin, kapitalizmin, sömürünün, emperyalizmin kaynağı, egoizmdir. Sürekli ben kazanayım hep ben, hep ben. “Rabbena hep bana” diyen ve bu yüzden de dünya nüfusunun yirmi yedi binine sahip olduğu halde bütün insanlığın ortak malı olan petrolün dörtte birini utanmadan tüketen, bu saltanatını sürdürmek için Iraktaki Müslümanları katleden, Afganistan’ı yıkan, Bosna Hersek’te, Filistin’de her yerde, daha önce 20 sene önce Ortadoğu’da yıkımı gerçekleştiren bu güçlere karşı dur demek gerekir. Bunların dünya anlayışlarına, felsefelerine hayır demek gerekir. Bugün Müslümanlığın temel prensibi bunlara karşı hayır diyebilmektir. Bunu yapıyorsa Müslümanlığın bir anlamı vardır bunu yapmıyorsa Müslümanlığın bir anlamı yoktur. Sadece adalet yetmez. Biz, bizden daha kötü durumda olanlara, kardeşlerimize el uzatmakla mükellefiz. Hatta İslam’da, kişi kendi için istediğini kardeşi için  istemedikçe Müslüman olmaz. Ama bir adım daha ilerisi var: Müslüman kendi muhtaç olduğu halde başkasına verebilendir: Ve yu’sirûne ala enfusihim velev kane bihim hasâsa…). İşte bu değerlerin mücadelesini vermektir bugün İslam. Müslümanlar kendileri muhtaç olsalar da kardeşlerini kendi nefislerine tercih edenlerdir, onlara aldırmadan gününü gün edeler değil. Bu felsefenin bugün bütün yeryüzünde egemen olması gerekir. Bakın kapitalizmin küresel kapitalizmindeki tüketim anlayışının, israf anlayışının sürekli almak sürekli tüketmek, sürekli sahip olmak, kazanmak yerine “vermek” felsefesi. Bugün artık bu felsefe İslam dünyasında bile nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş durumdadır…(ve îtâi zi’l-kurbâ…)  ……. en yakınında olandan başlayacaksın, sonra  akrabana, kardeşine, komşuna, mahallene o bitti Iraktaki kardeşine, o bitti, Latin Amerika’da, o da bitti Afrika’daki kardeşine vermek. Türkiye’ye % 99 u Müslüman deniyor- ki bunun bir şehir efsanesi olup olmadığını da artık tartışmak lazım- ama aslına bakılırsa  % 99 gerçek anlamda müslüman falan değil. 70 milyon ekmek yapılıyor her gün Türkiye’de 7 milyon ekmek çöpe gidiyor % 10 dur ekmek israfı Türkiye’de. Her  gün israf edilen ekmeği Afrika’ya göndersek orada  bir tek insan ölmez. Artık bunlara yönelmemiz lazım.

Özetle şunu söylemek istiyorum: Yeryüzünde 1,5 milyarlık İslam dünyasında bizi yönetenleri sayısal olarak toplasak cumhurbaşkanları, reisi cumhurlar, başbakanlar, devlet bakanları, bakanlar, genel kurmay başkanları, milletvekilleri, bürokratlar sayısal olarak toplasak %1 i bulmaz. Bu %1 Batının çıkarları doğrultusunda %99 un geleceğine hükmetmektedir. Artık biz, %99 olarak kendi geleceğimize el koyma  ve bizi yönetenlere bizi nasıl yöneteceğini söylemek durumundayız.

Bu da İslamın bir başka prensibi olan “el-emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ani’l-munker” prensibinin gereğidir. Bugün adaletten sonra merkeze koymamız gereken ikinci temel kavram budur. Yeryüzündeki ve tüm yerlerdeki, çevremizdeki kötülükleri engellemek için bir şeyler yapabiliyorsak, elimizle dilimizle kalbimizle, cep telefonumuzla, faks çekerek telgraf çekerek, protesto gösterisi yaparak, bizatihi giderek bu tepkileri dile getirerek, valisine, kaymakamına, yöneticisine, askerine siviline, yaptığı yanlışlar karşısında karşı dikilerek onları doğru yapmaya yönlendirerek, gerekirse kanuni meşru bütün hakları sonuna kadar kullanarak, sivil toplum anlayışından da yararlanarak, demokrasi, şeffaflık bütün bunlardan yararlanarak bu değerlerimizin hayata geçirilmesini için mücadele etmek Müslümanlığımızın temelindedir. Kur’anda namazla ilgili olarak  (inne’s-salate tenhâ ani’l-fahşâi ve’l-munker……..namaz insanı kötülüklerden münker den alıkoyar) buyurulur. Bunun anlamı şudur: Eğer bizim namazlarımız bütün bu çevremizde, bölgemizde, ülkemizde ve yerküremizdeki bütün bu olumsuz, menfi, kötü gelişmelerle mücadele için ilham kaynağı olmuyorsa, kıldığımız namazlar bizi buraya yönlendirmiyorsa, kıldığımız namazların da hiçbir anlamı yoktur. Dolayısıyla sözümü şöyle bağlamak istiyorum: Gelinen bu noktada İslam eşittir insanlığın geleceğidir. “İslam ve İnsanlığın Geleceği” Roger Garaudy’nin bir kitabının başlığı budur. Evet İslam ve insanlığın geleceği. İki tür İslam vardır bir etiket olarak özel anlamda İslam vardır. Bizim Müslümanlık dediğimiz de bu özel anlamdaki İslam. Bir de genel anlamda İslam vardır. Eğer bu gün Latin Amerika’daki direniş hareketi içindekiler adalet için savaşıyorlarsa İslam için savaşıyorlar demektir. Ancak onların İslam’ı genel anlamda bir İslam’dır. Bugün artık yeryüzünde, ülkemizde, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, sağcısı, solcusu, sünnisi, şiisi hiçbir ayrım yapmadan ahlak ve vicdan sahibi olmak kaydıyla, dinlisi dinsizi, ortaklaşa ve el ele, omuz omuza vererek, adalet, eşitlik, iyiliğin egemen kılınması kötülükle mücadele etmek durumundayız.

Bu uğurda sergilenecek toplam çabaların adı olan “Cihat” mefhumunu merkeze alan bir Müslümanlık anlayışına muhtacız. Mazlumun hakkını almaya, yeryüzünde adaleti gerçekleştirmeye ve bu Batının insanlığı ve gezegeni yok etmeye götüren, binlerce nükleer silahın bulunduğu ve küresel ısınmaya yol açan, insanlığa karşı büyüme modeline alternatif, daha insani, daha İslami bir büyüme modeli geliştirmek için bir çaba içine girmeye İslam bizi bugün davet etmektedir. Bugün için bunlar bizim için şu anda lüks gibi görünebilir ama biz bugün yakın tehdit içinde değilsek te bizim çocuklarımız -Cem hocamın dediği gibi- yakın bir tehditle karşı karşıya kalabileceklerdir. Bunu görmek için çok zeki olmaya gerek yok, en azından kendimizin değilse bile çocuklarımızın geleceğini garanti altına almak için bölgemizin geleceğini garanti altına almak için, ama Allah’ın Müslümanlar olarak bizlere yüklediği bu görevi yerine getirmek, yani tarihte şer güçleri sadece seyreden değil onların yaptıkları kötülüğe engel olmak için mücadele içine giren bir Müslümanlığı inşa etmek için herkes harekete geçmekle mükelleftir.Bu toplantı eğer böyle bir öz eleştiri ve sorgulamaya vesile olursa, hem  ülkemizin hem de bütün insanlığın geleceği bakımından ümit ışığı olabilecek önemli bir gelişme için bir tohum atma anlamına gelecektir. Cenab-ı Haktan niyazımız bu tohumun yeşerdiğini ve gerçekten çevremizde ve dünyamızda olan bitenlere seyirci kalmayan aktif bir biçimde bunlarla mücadele eden şuurlu Müslümanlar, şuurlu Hıristiyanlar, şuurlu solcular, şuurlu sağcılar, şuurlu Sünniler, şuurlu Şiiler, şuurlu Süryaniler, şuurlu Kıptîler, kısacası yeryüzünde adalet, ahlak ve fazilet ekseni etrafında mücadele eden her ideolojiden her dinden her düşünceden insanların müştereken dayanışma içine girdiği yeni bir dönem için başlangıç olur. Bu toplantının böyle hayırlı bir gelişmeye vesile olmasını temenni ederiz.

Cevaplar

Kafalar karışık olabilir. Aslında kafaların karışık olması da iyidir. Su bulanmadan durulmaz. Kafanın karışması o insanın düşündüğünü, sıkıntısı olduğunu, ızdırabı olduğunu gösterir. O bakımdan bundan korkmamak gerekir. Benim daha önce anlattıklarıma ek olarak söylemek istediğim şeylerden birisi de şu: Şimdi biz Müslümanlığımızı hocalarımızdan öğrendiğimiz bilgilerden, ilmihal kitaplarında, namaz hocalarında, 54 farzla 32 farzla öğrendik. Sadece bir misal vereyim Ömer Nasuhi Bilmen ilmihalinde 600 sayfalık kitabın 250 sayfası namazla ilgilidir. Bu kitapta Cihad’a, emr-i  ma’ruf’a kaç sayfa ayrıldığına bir bakın. Ve bu kitapta yazılanların büyük çoğunluğu Arapça fıkıh kitaplarından, Arapça bilen bu işin uzmanı olan din adamlarına yönelik son derece teferruatlı bilgiler, bir çoğu da miadını doldurmuş bilgilerdir. Şimdi rahmetli onları Arapça eski fıkıh kitaplarından derlemişti. Cem hocam nasıl ekonomide yaşanabilir ve sürdürülebilir bir ekonomi modeli dedi, ben de ona benzer şekilde diyorum ki, 21. yy da yaşanabilir, sürdürülebilir bir insanlık ve Müslümanlık modeli geliştirmemiz lazım, Müslümanlığı yeniden inşa etmemiz lazım. Bunun ilanını Muhammed İkbal ta 20. yy’ın başında yapmıştır. Muhammed İkbal’in kitabının adı “İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası”dır. Biz artık malumu ilam ederek, asırlar öncesinde ulemamızın kendi çağının şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda yapmış olduğu yorumları ve İslam’a bakış açılarını bugün sadece tekrarlayarak onları bugüne uyarlamamaksızın, hiçbir değişikliğe tabi tutmaksızın, ve güncellemeksizin sürdürmek sûretiyle İslam’ı 21. yüzyılda yaşanabilir, sürdürülebilir bir gelecek projesine çeviremeyiz. Dolayısıyla bu noktada en başta ilahiyatçılara, Müslüman düşünürlere, politikacılara, karar yapıcılara, iktisatçılara, eğitimcilere yani toplumun öncüsü niteliğinde olan entelektüellere büyük rol ve görev düşmektedir. Muhammed İkbal’den bu yana, Cemaleddin Afgani’den bu yana yüzyıldır İslam dünyasının Mağrib’den Endonezya’ya, Orta Asya’dan Yemen’e kadar çağdaş İslam düşünürleri bu proje için fikir imal etmektedirler. Ne yazık ki biz okuyan bir toplum olmadığımız için, kitapla aramız iyi olmadığı için, romanla aramız iyi olmadığı için İslam dünyasının dertlerini çözmek için fikir üretenlerin isimlerini dahi bilmiyoruz, onları tanımıyoruz. Dolayısıyla ilk yapmamız gereken işlerden bir tanesi, biz yapamıyorsak bile çocuklarımızın mutlaka okuma alışkanlığını kazanarak İslam konusunda sıkı bir biçimde bir bilgilenme sürecine girmek durumunda olduklarını idrak etmektir. Şu anda piyasada İslam konusunda inanılmaz bir bilgi kirlenmesi olduğunu, özellikle televizyonlarda İslami programlar adı altında tamamen hurafecilik ve bu “karşı din” dediğim Müslümanların geleceğini değil mevcut küresel egemenlerin ekmeğine yağ süren bir yaklaşımı İslam diye Müslümanlara yutturmaya çalışan, pompalayan bir yaklaşımın egemen olduğunu, bunlara karşı bilinçlenmek için çok iyi bir okuyucu olarak, bir ilahiyat profesörü kadar kendimizi bilgilendirmenin mümkün olduğunu, bunu yapacak elimizde yeterli doküman olduğunu bilmenizi isterim. Türkiye bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların ülkesi. Siyaset, tababet ve diyanet önüne gelenin konuştuğu üç alan. Tekrar söylüyorum siyaset, tababet ve diyanet bilen bilmeyen herkesin konuştuğu üç alan. Artık siyaseti de, tababeti de, diyaneti de bu işi gerçekten bilen insanların konuştuğu ve bilmeyen insanların da en azından haddini bildiği bir saygıdeğer konuma getirmemiz lazım. Bunun için de din konusunda ulu orta konuşanlara karşı sorgulayıcı olmalı, ister televizyonda ister kürsüde olsun, dine dair kafamızı karıştıran bir şey duyduğumuzda  “hocam sen bunu söylüyorsun ama bunun Kur’an’daki karşılığı ne, Hz. Peygamberin hayatında karşılığı ne?”diyebilmeliyiz.. Sorgulayıcı, eleştirel bir Müslümanlık anlayışı ve yaklaşımı da sergilememiz gerekir. İşin daha başındayız, işimiz zor Cenab-ı Hak yar ve yardımcımız olsun. 

Mütevazı yaşayan bir tek  siyasi lider var mı?

Tabii ki  mütevazılık önemli ama asıl  önemli olan “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, görünür rütbey-i aklı kişinin eserinde” vecizesi. Şimdi ben onu müslümanca şöyle de çeviriyorum: “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, görünür rütbeyi imanı müminin amelinde”. Biz devletin başındakiler dahil, herkesin yaptıklarına bakmalıyız, şimdiye kadar söylediği söze baktık, istediği kadar İslamcı geçinsin, tarikatçı geçinsin, cemaatçi geçinsin, şeriatçı geçinsin, ne geçinirse geçinsin attığı adımlar İslam’ın, Müslümanlığın lehine mi aleyhine mi, zenginin mi lehine yoksa fakirin mi? Adaletten yana mı, haksızlığın mı, buna bakalım buna göre biz yargılayalım kendi liderlerimizi.

Bir tv programında bir toplantıda bahsettiniz mezhepler arası diyalog diye

Kısaca hemen onu da söyleyeyim geçtiğimiz hafta mezhepler arasında yaklaşmayı sağlayacak uluslar arası 21.si yapılan bir toplantıya katılmıştım Tahran’da, ama maalesef Türkiye’den  2-3 kişi ancak vardı. Bu durumun vahameti şudur: Türkiye’de Arapça bilen, Farsça bilen, Türkiye’yi anlatacak, temsil edecek eleman yok maalesef. Gençlerimizi, çocuklarımızı buna yönlendirmemiz lazım. Devletten, hükümetten, bürokrasiden, bizi yönetenlerden bir şey beklemekle yetinecek olursak, sadece ve sadece yeryüzünde egemenlerin yaptıkları zulmü seyretmek zorunda kalacak olursak dünyayı değiştiremeyiz. Kendi geleceğimizi kurmak için kendi uzmanlarımızı bizi temsil edecek  gerçek temsilcilerimizi biz yetiştireceğiz. Bunun da yolu sivillikten geçiyor.

Faizsiz ekonomiyle ilgili Cem hocam bazı şeyler söyledi.Ben de şunu söyleyeyim: Faizsiz banka denen sistem yine de diğerlerine göre, sahipleri Müslüman olduğu için, Müslümanlara kredi verdiği için, İslami bazı projeleri desteklediği için ehven-i şer kabul edilebilir, ama krediyi kredi olarak aldığınızda baktığınız zaman normal faizli bankalarla hiçbir farkı yok, adı değişmiş, kar payı olmuş sadece, onun için bu gerçeği itiraf edelim. Evet bunlar tam olarak faizli sistem değil belki, çünkü faiz sistemi sömürüdür. Türkiye bugün eğer Amerika’nın, emperyalizmin boyunduruğu altında inliyorsa bunun başlıca sebebi, IMF politikalarına bağımlı olmasıdır, özgür olmamasıdır, bizim vergilerimiz, bütçemizin büyük çoğunluğu IMF’ye gidiyor. IMF  Amerika ve diğer kapitalist  toplumlar bizden aldığı paralarla geçiniyorlar, bakın mesela Batıda yüzde beş faizle kredi alıp borçlanıyorlar, sonra da gelip  Türkiye’nin parasıyla bizim üzerimizden Batılı sermaye çevreleri banka ve borsa üzerinden, bizim cebimizden %20-25-30 kar ederek krallar gibi yaşıyorlar. Esas uluslararası ekonomi bakımından faiz tam sömürüdür. Bugün de Müslümanların en önemli görevlerinden biri faizli sisteme karşı çıkmaktır. Yeşil kuşak projesi aslında burada bizim anlatmaya çalıştığımız düzene İslam dünyasını entegre etmek için uydurulmuş bir bahanedir. Nitekim Rusya’nın demir perde ülkelerinin yıkılmasından sonra öteki olarak belirlenen bizzat İslam’ın kendisi olmuştur. İşte bu İslam’ın bugün içinin boşaltılması öncelikle emperyalist Amerika, İngiltere, İsrail üçlüsünün çıkarlarına, daha sonra bütün küresel hegemonların çıkarlarına hayır demeyecek, içi boşaltılmış, içi kurtlar tarafından yenmiş, bir kütük gibi bir hale getirilmesinin adı bugünün yeşil kuşağın olan ılımlı İslam projesidir. Etliye sütlüye dokunmayan, cihat, adalet, el-emru bi’l-maruf kavramlarının yer almadığı, sadece kardeşlik, hoşgörü, diyalog kelimelerinin tekrarlanmakla yetinildiği, Hıristiyanlarla diyalog yapalım, haçlı zihniyetinin  temsilcisi olan Katolik kilisesiyle diyalog, hoşgörü yapalım diyen bir anlayıştır. Dalai Lama bile diyor ki Müslümanlara; size kutsal kitabınız Kur’an’a sarılmayı tavsiye ederim Elbette ki  sizi öldürmeye gelen birine kalkıp ta “gel ben sana toleransla, hoşgörüyle yaklaşacağım”  aptallıktan başka bir şey değildir. Bunu Müslüman olmayan Dalai Lama söylüyor. Ama bizim bazı gafil Müslümanların hala kafası basmıyor. Biz asırlardan beri Yahudilerle değil Hıristiyanlarla çarpıştık. Haçlı seferlerini unutmayın, Yahudilerle ilk defa Filistin meselesinde kapıştık. Ondan önce hiç kapışmadık. Ama on asırdan fazladır haçlı seferleriyle Hıristiyanlarla kapıştığımızı unutmayın. Hafızayı beşer nisyan ile malumdur. Bu oyunlara gelmeyelim.

Yeni Müslümanlık, yeni İslam tasavvuru olmaz. Kur’an’ı Kerim geldi, sünnette..

Evet  doğru. Sünnet direniştir. Bunu demek istiyorum ben. Ama bu sloganla olmuyor, bunun müşahhas adımlarını atacaksın, Ülkemizde ve bütün dünyadaki Müslümanlarla iş birliği yapacaksın. Sadece suratlarına tükürseydik dahi 1,5 milyar İslam dünyası olarak, bugün İsrail orada yaşayamazdı. Bugün Avrupa Birliği bir ümmet projesidir. Amerika bir ümmet projesidir. Senin ümmetin hazır ama bu başımızda bizi yönetenlerin, Batı’nın çıkarlarını temsil eden bu yöneticilerimiz yüzünden Müslümanlar bir araya gelemiyor, Batı’nın egemenliği altında inim inim inliyor. Şimdi bunu sadece İslam, Kur’an, Sünnet deyip çözemeyiz. Kendi  tanklarımızı kendi ekonomik kurumlarımızı, sivil toplum örgütlerimizi yeniden kurumsallaştırmamız lazım. Hz. Peygamberin ve ashabının kendi çağlarının imkanlarıyla yaptığını biz 21 yüzyılda modernleşmeyle yapmamız lazım. Yoksa hem fikirim, kabul etmekle olmuyor. Bunun adımlarını atmamız lazım, fikir üretmemiz lazım, tabi ki kaynağımızın Kur’an ve sünnet olduğundan hiçbir şüphemiz yok. Önemli olan da zaten Kur’an ve sünnetten ilhamımızı alarak 21. yüzyılda, yaşanabilir, sürdürülebilir bir Müslümanlık tasavvuru inşa etmek.Yine söylüyorum çocuklarımız Hollywood’un filmlerini her gün televizyonda seyrederken Kur’an Sünnet diyerek buna karşı koyamazsınız. Siz Hollywod’a alternatif bulmadıkça istediğiniz kadar Kur’an Sünnet deyin bununla sadece boş laf etmiş olursunuz. Onun için alternatif üretmeniz lazım.

El-Emru bi’l- maruf ve’n- nehyu  ani’l- munker’in  tam anlamı ?

Yeryüzünde her türlü kötülüğü nehyetmek, mücadele etmek her türlü iyiliği de yeryüzünde yaymak, egemen kılmak, bunun için de mücadele etmek. Bunun içine gelir dağılımındaki adaleti sağlamaktan, sosyo-ekonomik adaletten aklınıza gelebilecek çevre meselelerinden, her türlü ahlaksızlığa, hırsızlığa, hortumculuğa karşı mücadele etmekten, uyuşturucuyla mücadleye varıncaya kadar her şey girer. Bunun için elinize Kur’an-ı Kerim’i alacaksınız Cenab-ı Hak bir takım şeyleri ne yapmamızı istiyor, neleri bize yasaklıyor bakacaksınız, liste çıkartacaksınız. Her eline kendi listesini alacak, bakacak Allah bana Kur’an-ı Kerim’de neleri bana yapmamı emrediyor, neleri bana yasaklıyor, bunların listesini çıkartacak, hayatını buna göre tanzim edip, yolunu buna göre çizecek. Ama en büyük zulüm insan hayatına kastetmektir. Amerika’nın yaptığı toplu katliamlardır. Filistin’deki, Bosna’daki, Afrika’daki açlıktır. İnsan hayatından daha değerli bir şey yoktur. İnsan hayatına yönelik her türlü zulüm ve katliama karşı durulmasıdır. Bu çok geniş bir bahis.

Yine diyalog, papalık ve diyalog meselesine gelirsek, papalık bir çok kanlı darbelere eli bulaşmış eli kanlı bir teşkilattır. Bu insanların diyalog diye herhangi bir davaları yoktur. Bunlar tıpkı nasıl Iraklılar, Afganlılar, Filistinliler İsraillilerle bir olmuyorsa Katolikler de aynı tepeden bakan yaklaşımla, lütfen Müslümanlarla görüşmeyi kabul etmişlerdir. Bu çerçevede ilk olarak Müslümanlık masası Vatikan kurulmuştur. Diyalog projesi de Müslümanların değil Vatikan’ın resmi projesidir. Buna mukabil biz Müslümanlar Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinden diyalog halindeyiz. Medine’deki Yahudi ve Hıristiyanlarla. Bakın Endülüs’te bir tek Müslüman bulamazsınız. Ama Mısır’da 7 milyon Kıptî yaşıyor, Lübnan’da Hıristiyanlar yaşıyor, Türkiye’de Süryaniler her yerde yaşıyor. Biz 14 asırdır diyalog halinde yaşadığımız Hıristiyanlarla ki Mağrib’te Yahudiler var, İran’da Yahudiler var, hala var. Ama Endülüs’te bir tek Müslüman bulamazsınız, bu katliamı yapanlarla hangi diyalogu yapacaksınız, bunu unutamazsınız. Siyonizm’den bahsedeceğim, terörden bahsedeceğim. Bu konuda tamamen aynı düşünüyoruz. Yahudiler ve Hıristiyanlar şu anda yeryüzünü ateşe vermek peşinde birleşti, hedef daha da büyüdü. Dolayısıyla ben tarihi perspektifi asla unutmayıp “efendim Hıristiyanlar bizim dostumuz”  gibi bir saflığa düşmemek gerektiği kanaatindeyim. Biz barıştan yana olan, Yahudi ve Hıristiyan, dinli dinsiz herkesle beraberiz. Ama savaş yapıp ta,lafa gelince diyalog hoşgörü havariliğine soyunanlara sormak şazım: Peki Amerika’da Kızılderilileri kim yok etti, Aztekler’i kim yok etti, Mayalar’ı kim yok etti, Afrika’daki köleleri Amerika’ya Avrupa’ya kim taşıdı?. Müslümanlar mı, Yahudiler mi? Hıristiyanlar mı? Tabii ki Hıristiyanlar. Dolayısıyla tarihi unutmadan, ama tekrar söylüyorum Yahudi – Hıristiyan ayırt etmeden, biz adalet ve barıştan yana, eşitlikten yana, kardeşlikten yana, kim olursa olsun, biz onlarla iş birliği yaparız. Yoksa Hıristiyanları toptan mahkum etmek gibi bir çabamız olamaz.

Kapitalizm paylaşamamamızın temel sebebi değil mi?

Evet Allah’ın yeryüzünde insanlara nimeti olan temel kaynaklarımızın adil bir şekilde paylaşılması gerekiyor. Onun için adalet yeryüzünde bugün en temel kavramdır. Evet İslam’da, İslam’ın en temel kavramı adalettir. İslam medeniyetinin merkezi kavramı adalettir.

Üretim kaynaklarının adil paylaşımının sosyalizmle ilgisi?

Şimdi bu konuya ayıracak yeterli vaktimiz yok ama şunu söyleyebiliriz. Bir takım etiketlere, damgalara aldanmayalım. Adaleti kim savunursa savunsun bugün eğer sol, sosyalist kesimler yeryüzünde adil, insani, yaşanabilir, eşitlikten yana bir gelişme ve kalkınmadan yanaysa benim onlarla sırt sırta, yan yana dayanışma için olmama bir engel yok. Latin Amerika’daki Marksizmle, Katolikliği sentezleyen papazların “Kurtuluş Teolojisi” hareketini onun için örnek verdim ben. Onlar da Katolik. Niçin Papa’yla, Vatikan’la diyalog yapıyoruz da Latin Amerika’daki Katoliklerle yapmıyoruz?. Buyurun. Niçin Dünya Ekonomik Forumu’na hükümet delege gönderiyor da, ezilen sömürülen 3. dünya ülkelerinin “Dünya Sosyal Forumu” na  delege göndermiyor hükümet?. Bu mu müslümanlık? Oraya delege gönderdiğin kadar en azından Dünya Sosyal Forumlarına da gönder milletvekillerinden. Göreyim o zaman ben senin Müslümanlığını, adaletini. Partinin adına “adalet” kelimesini yerleştirmekle adaletçi olmuş olunmaz.Biz bu kavramları ortaya koyuyoruz arkadaşlar. Müslümanlığın temel kavramları adalet, eşitlik, insani bir paylaşım. Buna kim evet diyorsa Şii, Sünni, Müslüman, Hıristiyan fark etmez hepsiyle dayanışma içine girmek bizim için bir görevdir. Onun için bu mantıkla hareket etmek bugün artık problemler küreselleştiği için, problemler sadece sağcı, solcu, Hıristiyan ayırt etmeden geldiği için buna mukabil mücadeleniz de bu kadar geniş ve kapsamlı olmalı. Bunun için ben Hılfu’l-Fudûl mantığı dedim. Hılfu’l-Fudûl (Erdemliler ittifak ve dayanışması) yeryüzünde zulme uğrayan, haksızlığa uğrayan, adaleti talep eden  herkese yardımcı olmak üzere, onların haklarını almak üzere bütün insanlığın bir araya gelmesidir. Bunu ben müslümanlık adına yapıyorum. Birisi Latin Amerika’da Katolik Marksizm adına yapar, bir arkadaşım Protestanlık adına yapar, bir arkadaşım başka bir din veya felsefi kanaat veya ideoloji adına yapar, ama önemli olan ortak değerlerde buluşarak insanlığı sahil-i selamete çıkarmanın mücadelesini vermektir. Bugün Müslümanlığın anlamı varsa benim anladığım budur.