Ümmetin uleması ve Din ve Fıkıh adamları Irak işgalden kurtuluncaya kadar Hac ve Umre yapılmasının haram kılınmasına dair bir fetva verecek mi?
Onu telaşla koşarken gördüm, sanki arkasından birisi kovalıyormuş ta kaçıyor gibiydi. Ne olduğunu sormak için yaklaşmasını bekledim ve yanıma gelince ne olduğunu sordum. Soğuk bir şekilde bana, Cuma namazına yetişmek için camiye gittiğini söyledi.
Şayet Müslümanlar namaz için koşuşturdukları kadar Cihad için de koşuştursalardı, Amerika ve İsrail vatanımızı istila edip, ırz ve namusumuzu pâymal edemezdi.
Bir başkası karşıma geçip, bir ay kadar önce Umreden döndüğünü, maaşı alır almaz tekrar umreye gideceğini söyledi.. Daha birkaç gün önce bir hacı hanım, ikinci umreden gelen birisini ziyaret etmek için yakındaki bir eve kadar kendisini götürmemi istedi, götürmedim..
Annesi, kardeşi işgalciler tarafından öldürüldü, çocuğu işgal güçleriyle yaptığı işbirlikçilik yüzünden öldü, o ise umreye gitti, döndüğünde işbirlikçiliğe devam etti..
Müslüman’ın ibadet konusunda ihlaslı davranması ve farz namazları yerine getirmesi elbette güzel bir şeydir, üzülmeyi değil sevinmeyi gerektiren bir şeydir. Ancak, İslami esasları yerine getirmede bir de öncelikler sıralaması vardır. Elbette müslümanın Allah’ın Muhammed el-Emin olan Hz.Peygamber’e vahyettiği Kur’an’da zikrettiği emirlerini yerine getirmede titiz davranması gerekir, zira bir Müslüman Allah’ın emirlerini, Rasulünün sünnetlerini görmezden gelip, ihmal ettikçe gerçek bir Müslüman olamaz, zira itaat de uyulması gereken hususlardandır.
Ama Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra, ne hikmetse erkeğiyle kadınıyla Iraklılar anormal bir umre sevdasına kapıldılar. O kadar ki artık mesele bir istihza konusu haline geldi; zira umreye gidenlere soruyoruz, umre masraflarının parası nereden? Çünkü memleket işgal altında durumlar kötü, peki bu umre masrafları nasıl karşılanıyor? İşgalcilerle beraber ve onlar için çalışanlar, sadece onlar mal mülk sahibi haline geldiler; çünkü mal-mülk bugün sadece işgalciler ve işbirlikçileri tarafından dağıtılır bir haldedir…
Defalarca umre yapanlar var. Ne zaman eline para geçip imkan bulsalar hemen umreye gidiyorlar; gidiyorlar ama unutarak… Ülkesinin işgal altında olduğunu, bir günlük yiyeceği bile bulamayanların olduğunu unutarak.. İşgal yüzünden ailelerin gelirlerinin kalmadığını, aile reislerinin tutuklanıp hapse atıldığını, gelirleri olmadığı için yoksulluk içine yaşadıklarını unutarak… Silahlı tehdit ve ölüm korkusu altında evlerini terk etmek zorunda kalan ve bu sebeple evsiz ve gelirsiz kalan aileleri unutarak… Anasız, babasız, öksüz ve yetimleri, ana babası işgalciler tarafından ellerinden alınan çocukları, geçimlerini sağlayamayacak durumdaki öksüz ve yetimleri unutarak…
Hastalıkların acılarıyla kıvranan, ancak ailesinin tedavi için elinde imkanı olmadığından bu acılara katlanmak zorunda kalanları unutarak.. Kanser, aids ve kolera, işgalciler yüzünden genç erkek ve genç kızlarımızın bedenlerini istila eder oldu. Gençler var direnişten yana, düşmanı memleketten kovup özgürlüğüne kavuşturmayı, herkesin barış ve güven içinde yaşayabilmesini isteyen, ama direniş için maddi imkanı olmayan gençler..
Hacca veya umreye gidenler Rasulullahın(sav) bir hadis-i şeriflerinde Cihad’ı hac’dan daha üstün gördüğünü biliyorlar mı acaba? Zira Ebu Hurayra’dan gelen bir rivayete göre Rasulullah’a(sav) “Hangi amel en üstündür?” diye sorulduğunda, “Allah ve rasulüne iman” cevabını verdiğini, sonra hangi amel diye sorulduğunda “Allah yolunda Cihad” dediğini, daha sonra hangi amelin geldiği sorulduğunda ise “Makbul bir hac” buyurduğunu bilmiyorlar mı? Allah, vatan, şeref ve ırz namus uğrunda Cihad etmek, Allah katında Hac’dan daha üstün ve faziletlidir… Kâfir işgalciler ve onların kuyrukları ülkesini yakıp yıkarken, hiçbir savunma imkanı olmayan, çocuk, kadın ve yaşlıları, masum insanları katleden, ülkenin zenginliklerini soyup, kadınlarını kaçıran işgalcileri bırakıp ta Hacca veya umreye gidenin hac ve umresini Allah hiç kabul eder mi?
İşgalcilerin getirdikleri hastalıklar yüzünden öldürücü hastalıklara yakalanmış olan, ancak ilaç alacak parası olmayan binlerce hasta ortada dururken, Hacca veya umreye giden müslümanın hac ve umresini Allah kabul eder mi? Şayet umreye giden bir Müslüman’ın yaptığı harcama, genç bir mücahide, bir hastaya, evini barkını terk etmek zorunda kalan bir aileye harcansa, bu harcamadan dolayı Hac ve Umre sevabının kat kat fazlası bir sevaba nail olur.
Hac burada Irak’tadır.. Iraklının binlerce defa hac yapması mümkündür. Irak’ı, Amerika ve işbirlikçilerinin, onların şer kumkuması kuyruklarının pisliklerinden temizlemek ve kurtarmak için mücadele veren Irak Milli Direnişine destek vererek binlerce defa hac yapmış olur..
Acaba Ümmetin uleması, Din adamları ve fukahası Irak’taki ve bütün Arap dünyasındaki kitleleri ne zaman bilinçlendireceklerdir..? Amerika tarafından doğrudan veya dolaylı yollarla sömürgeleştirilmiş olan bu ümmeti özgürleştirmek için Cihad’a davet fetvasını ne zaman verecekler? Irak ve Filistin gibi İslam ülkelerimiz işgal altında olduğu, işgalcinin zulümleri altında inlediği, işgalcilerin zulüm ve işkenceleri yüzünden masum Müslümanların kanları akıtıldığı sürece hac ve umrenin haram olduğuna dair ne zaman fetva verecekler? Irak’ın özgürlüğüne kavuşturulması hacc’ın ta kendisidir. Irak özgürlüğüne kavuşturulduktan sonra yapılacak hac ve umre, Irak işgalcinin zulmü ve işkencesi altında inlerken yapılacak bir hac ve umreden kat kat fazladır.
İzzet u şeref ve ebedilik Irak Milli Direnişinin şehitlerine olsun..
Allah Irak ve Filistin’de Hac ve Umre yapanların hac ve Umrelerini kabul eylesin…
Gülşân el-Beyâtî
Iraklı Gazeteci-Yazar
Yukarıdaki yazı Iraklı mücahide, gazeteci-yazar bir hanımefendi tarafından kaleme alınmıştır. Iraklı direniş cephelerinden birinin internet sitesindeki haberleri ve yazıları gözden geçirirken muttali olduğum bir yazı bu.. Yazar yazısının başlığında İslam ulemasından bu konuda yardım ve destek istediği,dolayısıyla ulemanın bu konuda âcilen yoğun bir destek kampanyası ile harekete geçmesi gerektiği halde herhangi bir hareketliliğin görülmemesinden olsa gerek, kendisine nasıl yardımcı olabileceğimi sormam üzerine, bana ilim adamı kimliğimle tek başıma böyle bir fetva verebilecek durumda olduğumu ifade etti. Hatta bu konuda çevremdeki meslektaşlarımla bir istişarede bulunmama bile gerek olmadan bunu yapmamda yarar olduğunu söyledi. Ben istişareden amacımın, bu konuda daha geniş katılımlı bir desteği sağlamak olduğunu ifade ettim, ama bu arada konuyla ilgili desteğimizi ifade eden bir metnin hazırlanmasına da hemen girişerek, görüşmelerime başladım, hatta Arapça metnin süratle hazırlanarak önümüzdeki birkaç gün içerisinde kendisine gönderilmesi için gerekli adımları atmayı da ihmal etmedim.
İşte bu esnada, hem değerli yazarın Irak özelinde dikkat çektiği bu problemi kendi kamuoyumuza da taşımanın da isabetli olacağını düşünerek, yazarın bu yaklaşımına destek sadedinde nasıl bir tavır takınılması gerektiği konusunda, meslektaşlarımın atacağı adımları beklemeksizin bir an önce şahsi kanaatlerimi sizlere paylaşmanın yararlı olabileceğini düşündüm.
Bu yazıyı okuduğumda, yapılan tespitlerin bana son derece makul ve sıcak geldiğini hemen söylemeliyim. Zannedersem bunun sebebi, farkında olmadan, vicdanlarımızın derinliklerinde, yakın geçmişte yaşadığımız benzer bir işgalle Irak’ın işgali arasında paralellik kurmamız olsa gerek. Çünkü çoğumuzun hafızalarında, Maraş’ın işgali esnasında Cuma namazı kılmak için gelen Müslümanlara, Sütçü imam’ın “Memleket işgal altında iken farz olan Cuma değil, Cihad’tır, ben size işgal altında iken Cuma namazı kıldırmıyorum” anlamındaki sözleri kazınmış durumdadır. Irak’ta bugün Müslümanlar da benzer bir durumda oldukları için, hafızamızdaki bu sözler hemen kolaylıkla canlanmakta, kulaklarımızda çınlamaya başlamaktadır. O bakımdan Irak işgaline karşı direnişi desteklemek için, bu şartlarda Allah’ın emirleri arasında Cihad’ı ilk sıraya yerleştirmek, diğer bütün farzları bu çerçevede önem sırasına göre sıralamak, yani Cihad’ı ilk sıraya yerleştirmek kaydıyla, öncelikleri gözden geçirip yeniden belirlemek gerektiğini ifade etmek çok da zor olmasa gerektir.
Aslına bakılırsa bu “öncelikler” meselesi, sadece Irak, Filistin, Afganistan veya Lübnan gibi İslam toprakları işgale uğradığında hatırlanıp, sair zamanlarda unutulacak bir şey değildir, olmamalıdır da. Zira İslam’ı doğru ve sağlıklı bir biçimde anlamak için her zaman ve mekanda, her şart ve durumda, İslam’ın önceliklerinin ne olduğunu bilmek fevkalade önem arz eden bir husustur. Nitekim İslam ulemamız daha asırlar öncesinden, İslam’ın Kur’an ve Sünnet’teki bütün hükümlerinin “Din, Can, Akıl, Nesil ve Mal Güvenliği” ni sağlama amacına matuf olduğunu söylemekle, bizlere bu konuda çok önemli bir bakış açısını miras bırakmışlardır. Şayet bizler bu mirasın kıymetini bilmiş ve bu anlayışı canlı ve güçlü tutmuş olabilseydik, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da ve Lübnan’da ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsünün, yani “küffâr”ın giriştiği son haçlı seferi karşısında, öncelikli görevin Hacca ve umreye gitmek değil, küffarın işgaline son vermek için Cihad etmek olduğunu idrak edebilmek için bu konuda özel bir fetva verilmesini beklemez, buna lüzum bile görmezdik. Çünkü şu anda Irak başta olmak üzere işgal altındaki İslam ülkelerindeki Müslümanların öncelikli görevi, hepsi de tehdit altında olan “Din, Can, Akıl, Nesil ve Mal” güvenliğini sağlamaktan başka bir şey olamaz. Bu şartlarda hac ve umreye gitmek, sözü edilen hususların güvenliğini sağlamak bakımından bir katkıda bulunabiliyorsa anlamı ve değeri vardır, aksi takdirde Cihadı bırakıp hac ve umre ile iştigal etmek, ehemmi bırakıp mühim ile uğraşmak anlamına gelir ki, bu sözünü ettiğimiz İslami değerler/hükümler hiyerarşisine taban tabana zıt bir tavırdır.
Yine İslam’ın bu beş önceliği (el-masalih el-hamse) ışığında Irak ve diğer işgal altındaki İslam ülkelerinde yaşananlara bakıldığında, sadece Irak’taki Müslümanların değil, bütün İslam Dünyasının, Ümmet-i Muhammed’in tamamının bu önceliklere riayet etmesi, yani Cihad farzını ilk sıraya koyması gerektiği sonucu kendiliğinden ortaya çıkar. Zaten bilinçi bir Müslüman için bundan daha tabii ne olabilir ki? Kendini bilen hangi Müslüman’ın vicdanı, kardeşleri işgalci “küffar” tarafından her gün gözleri önünde katledilirken, ırz ve namusları pâymâl edilirken, ülke yağma ve yıkıma uğratılırken, bütün bunlara karşı sırtını çevirip, onları kurtarmak için neler yapabileceğini düşünmek yerine, kendi nefsini kurtarmak için Hac ve Umre’ye gitmeyi nasıl düşünebilir?
Bir düşünelim: Denizde boğulmak üzere olan birisinin canhıraş feryatlarla yardım istemesine aldırmaksızın, Allah’ın emrini yerine getiriyorum diyerek birinin namaza durması ve o kişiyi kurtarmak için kılını kıpırdatmayıp onu o halde bırakması nasıl, akıl, mantık, İslam, vicdan ve ahlak dışı ise; başta Irak Müslümanları olmak üzere bütün Müslümanların, yani bizlerin, gözleri önünde kardeşlerimizin katledilmelerini seyrede seyrede, ya da olan bitenleri görmezden duymazdan gelerek, gözünü, kulağını, işlenen katliamlara kapatarak, Müslüman kardeşlerinin katledilmelerini engellemek için hiçbir şey yapmaksızın, sadece Allah’tan alacağımız sevapların hesabını yaparak huzur ve mutluluk içerisinde Hac ve umreye gitmekte beis görmemesi de öyle bir şeydir. Çünkü mevcut durumda Müslümanların hayatlarını kurtarmak ve bu uğurda, can ve mal ile mücadele ederek Cihad’a destek vermek, katkıda bulunmak, Müslümanlara Cihad bilinci aşılamak bütün farzlardan önce gelir ve bütün farzlardan kat kat önem arz eden bir farzdır. Zira İslam’ın ve İslam Dünyasının geleceği, bu Cihad görevinin yerine getirilmesine bağlıdır.
Dolayısıyla Cihad, Sütçü İmam’ın dediği gibi Cuma namazı kılmak bahanesiyle terk edilemezse ve “küffar” ülkeden kovulmadan Cuma namazı kılmak caiz değil ise, aynı şekilde “küffar”ı Irak, Filistin, Afganistan ve işgal ve tehdit altındaki diğer bölgelerden kovmadan, bu uğurda malını, canını harcayarak elinden geleni yapmadan, Hacca ve Umreye gitmenin de Müslüman’ın hakkı olup olmadığı üzerinde iyice düşünmek gerekir.
Cihad’ın İslam’ın en önemli farzlarının başında geldiği göz önüne alınacak olursa, özellikle nafile Hac ve Umre yapanların, hatta bunu İslam sosyetesinin modası haline getirenlerin ise, bu mesele üzerinde iki defa düşünmeleri gerektiği kanaatindeyim.
Bir başka açıdan da mevcut şartlarda Cihad İslami farzlar içerisinde birinci sıraya yükselmiş olduğunu dikkatlere sunmakta yarar vardır: Şer’î nasslar, “Cihad’ı terk eden, ömründe hiç Cihad yapmayan veya Cihad etmeyi içinden geçirmeyenlere yönelik çok ciddi tehditlerle doludur. Keza İslami kaynakların, Cihad’ın Hac’dan daha faziletli ve üstün olduğuna, en öncelikli İslami görevin/Salih amelin “Cihad” olduğuna, hiçbir ibadetin Cihad düzeyine erişemeyeceğine dair şer’î nasslarla da dolu olduğunu da özellikle vurgulamak gerekir.
Hele bu nasslar içerisinde yer alan şu ayet, sanki bugün karşı karşıya bulunduğumuz durumu aydınlatmak için nazil olmuş gibidir:
Siz hacılara su dağıtmayı, Mescid-i Haram’ın imarını, Allah’a ve Âhiret gününe iman edip Cihad edenlerle bir mi tutuyorsunuz? Elbette bunlar Allah katında eşit değildir. Allah zalimler güruhunu hidayete eriştirmez (9,et-Tevbe,19).
Elbette Hac ve Umre de Allah’ın emridir. Daha doğrusu hac insana ömründe bir defa farz iken, Umre farz bile olmayıp nafile bir ibadettir. Dolayısıyla Allah’ın emirleri öncelik ve önem sırasına göre sıralandığında Cihad, Hac ve Umre’den fersah fersah önde gelir. Bunda kuşkusu olanlar var ise, yapmaları gereken bu ayet ve daha önce işaret ettiğimiz üzere, diğer şer’î naslar üzerinde iyice durup düşünmeleridir.
Kaldı ki Hac insana ömründe bir defa farz olduğu için, bu görevini, İslam Dünyasına yönelik bu tehditlerin savuşturulması için Cihad görevini yerine getirdikte sonra yapması pekala mümkündür; aksi takdirde öncelikli farz olan Cihad görevini ihmal edip, herhangi bir zaman yapılması mümkün olan bir ibadete öncelik vermekte bir mecburiyet te yoktur. Ortada acil bir durum ve bir zorunluluk ta olmadığı halde, İslam ülkeleri işgal ve istila altında iken, işgale karşı Cihad, herkesin durumuna göre farklı ölçülerde de olsa, acil ve zorunlu bir İslami görev iken, Cihad’ı bırakıp Hacc’a, hele nafile olan Umre’ye gitmekte ısrar etmenin izahı o kadar kolay olmasa gerektir..
Tarihin bu kritik anında Müslümanlara düşen, tıpkı daha önce Bosna-Hersek işgali esnasında sergiledikleri sağlıklı bakış açısına uygun olarak, Hac, Umre, zekat, sadaka ve kurban gibi mali yönü olan ibadetlere harcayacakları parayı Cihad uğrunda harcamaları ve bu suretle, canla olmasa da malla Allah yolunda Cihad’a katkıda bulunmalarıdır; tıpkı Osmanlı’nın son yıllarında mali ibadetlerin bedellerinin, Osmanlı Donanması’nın desteklenmesi için bağışlanmasında olduğu gibi.
Tekrar vurgulayalım ki, Irak, Filistin, Afganistan ve Lübnan’da, ABD, İngiltere ve İsrail şer üçgenine ve sömürge eksenine karşı doğrudan veya dolaylı olarak, bilfiil veya destek vererek, Cihad etmeyen, Cihad’a, canı ve malı ile Cihad’a destek ve katkı vermeyen Müslüman’ların, bu katliamlar Ümmet’in gözü önünde cereyan ederken, sırtını bu vahşete ve insanlık dramına çevirip, umursamazca, kılını dahi kıpırdatmaksızın Hac ve Umre sevdasına düşmelerini, Ümmet bilinci ve İslam kardeşliği ilkesi ile bağdaştırmak mümkün değildir.
Bu ve benzeri mülahazalarla, gerek Irak, Filistin, Afganistan ve Lübnan Müslüman’larının, gerek İslam Dünyasının – her an işgale uğrama riski bulunan – diğer bölgelerindeki Müslümanların, şu tarihi andaki en öncelikli ve zorunlu görevinin, yani en büyük farzın – Hac, Umre veya diğer ibadetler değil- Cihad olduğunu söylemek, İslami, ahlaki, vicdani ve insani bir görevdir. Cihad’ı bırakıp Hac, Umre veya diğer ibadetlerle iştigal etmek, bizleri asla sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Hele hele nefisle olan Cihad’ı “ büyük cihad”, fiili ve fiziki düşmana karşı yapılanı “küçük cihad” diye nitelendirerek, onu ikinci sıraya indirenlerin, büyük cihattan vazgeçtik, küçük cihat dedikleri, işgal ve istilaya karşı direniş alanda neler yaptıklarını sormanın tam da zamanıdır.
Bütün bu değerlendirmelere rağmen yine de Cihad’ı bırakıp Hac ve Umre’ye gitmekte ısrar edenler, Kabe’ye vardıklarında Allah’ın kendilerine şu soruyu sorduğunu farz edip, cevabını şimdiden hazırlamaya başlasınlar:
“Ey kulum, kardeşlerin Irak, Filistin, Afganistan ve Lübnan’da katledilirken, sen onların akan kanlarını durdurmak için Cihad’a destek ve katkı peşinde koşacağına, sana emrettiğim bu öncelikli görevini terk edip, ne yüzle huzuruma geldin?”
İslam’ın kelime anlamı bile barışa girmek, yeryüzünde barışı ikame etmek demekse, İslam Dünyasının kendisi bizzat bu barıştan mahrum edilerek, işgal ve istilalara maruz bırakılmışsa, bu işgal ve istilayı seyretmekle yetinen bütün Müslüman’lar Allah’a hesabını veremeyecekleri büyük bir vebal altındadırlar demektir.
Bu vebalden kurtulmanın garantili yolu ise, kanaatimce Hac ve Umre’yi Mekke’de yapmadan önce, Filistin, Irak, Afganistan ve Lübnan’da yapmaktır; bunu fiilen yapamasak da işgale karşı direnişi her türlü imkanla desteklemek suretiyle dolaylı olarak gerçekleştirmektir. Bu yolda elimizden geleni yaptığımız takdirde, ortak çabalarımızla İslam Ümmetine yönelik bu tehditleri savuşturduktan sonra, işte asıl o zaman Allah’ın huzuruna varmak için Kabe yollarına düşmeye yüzümüz olabilecektir. Müslüman Kur’an’ın emri gereğince Müslüman kardeşine hakkı ve sabrı tavsiye ve telkin etmekle mükelleftir (el-Asr suresi). Bu değerlendirmelerimiz de bu sorumluluk bilinciyle atılmış mütevazi bir adımdır. Hepimiz Allah’a dönecek ve O’na hesap vereceğiz. Müslümanlık ta zaten bir bakıma, bu hesap şuuruyla hayata bakmak ve bu şuurla yeryüzünde hayat sürmek demektir.
Pek çoğumuzun bildiği bir söz vardır,”Müftüler sana fetva verse de, sen kalbine danış” diye! Ben de kalbime, imanıma, vicdanıma ve aklıma danıştım ve bana söylediklerini sizlerle paylaştım. Sizler de imanınızın, kalbinizin, vicdanınızın ve aklınızın sesini dinleyin, bakalım size neler söyleyecek….