Hocam siz bir ara AKP iktidarı döneminde iktidar yanlısı İslamcıların İslamiyetin şartını 3 e indirmiş olduklarını söylediniz. Bu son süreçte yaşanan çocuklara tecavüz olaylarını nasıl bağdaştırabiliriz, bu konuda bir değerlendireme yapabilir misiniz ?.
“İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak surette bozar” tespitinin, bütün iktidarlar gibi, şaşaalı ve şatafatlı iddialarla iktidara gelen Milli görüş kökenli İslamcılar için de geçerli olduğu gerçeği, artık sağır sultanların dahi duyduğu, görmeyen gözlerin bile gördüğü acı bir vakıa haline gelmiştir. Aslında 90’lı yıllarda İslamcı kesimlerde başlayan dünyevileşme süreci, mevcut iktidar döneminde fevkalade ivme kazanmış, sonuçta iktidar çevrelerinin amentüsü adeta MASA-KASA-NİSA ya da ŞEHVET – ŞÖHRET – RÜŞVET üçlüsüne indirgenmiştir. Halk arasında yaygın olan “İslamın şartı beştir” anlayışının yanlışlığı bir yana – ki bunun izahını AHİR ZAMAN İLMİHALİ ve ESKİMEZ YENİ gibi kitaplarımızda bulmak mümkündür – , bu beş şart bile üçe düşürülerek, bütün çaba makam mevki, rant, haksız kazanç, rüşvet, adam kayırma, lüks hayat ve bütün bunların sonucunda cinsel alandaki istismarlar ve sapmalar ile sonuçlanmıştır. İktidar ve yandaşlarının sergiledikleri dejenerasyon ve savrulma süreci hızla devam etmekte olup, bunlardan MASA ve KASA ile ilgili gelişmelerin haberleri ile ülke gündemi her gün çalkanmaktadır. Nisa yani cinsellikle ilgili sapmaların da giderek daha fazla gündeme geleceğine dair öngörülerimiz gerçekleşmekte gecikmedi. İlk planda, imam nikahı veya başka meşru olmayan yollarla, İslamın da evlilik için şart koştuğu hukuki-kanuni süreçlerin etrafından dolanma girişimleri giderek daha fazla görünmeye başladı. Son günlerdeki gelişmeler cinsellik meselesindeki sapmaların kadın-erkek ilişkisinden de öteye geçerek çocuk tacizine doğru yöneldiğinin ve ilerlediğinin bir göstergesi, dahası son derece vahim bir gelişme olarak değerlendirilmek durumundadır. Mamafih pek çok toplumda görülebilecek olan bu tür cinsel sapmaların aslında İslamın geçmiş yüzyıllarından itibaren İslam toplumlarında da her zaman mevcut olduğu, ancak bunların açığa çıkmadığı için yok zannedildiği söylenebilir. Ne var ki dünyanın küçük bir köye döndüğü çağımızda iletişim imkanlarının baş döndürücü hıza ulaşması ile bu gibi toplumsal hastalıklar süratle kamuoyunun bilgisine şu veya bu biçimde ulaşması engellenemez durumdadır. Bu sebeple dirki siyasi ve idari dejenerasyon ve yolsuzluklar yanında cinsel alandaki sapmaların giderek daha fazla kamuoyunun gündemini işgal etmeye aday olduğunu kestirmek zor değildir.
Mamafih iktidar çevrelerinde görülen her türlü dejenerasyon gibi cinsel alanda yaşanan sapma ve sapkınlıkların istisna olmadığı söylenebilirse de, bu çerçevede vahim olan üç noktayı özellikle dikkatlere sunmak zorunludur:
- İslami kesimin iktidara gelmek için hemen her fırsatta eleştirdiği laik sistemin olumsuzluklarını ve statükonun yol açtığı hemen her yanlışlığı ve kirliliği bizzat irtikap etmekte pişkinlik noktasını bile aşmış olması.
- Sırf iktidarda kalma pahasına hukuka, ahlaka ve aynı zamanda İslami değerlere aykırı bütün uygulamaları içselleştirmeleri, savunmaları ve bunlara sürekli bahane ve mazeret üretmeleri.
- Bu suretle problemlerin çözümü iddiasıyla iktidarı ele geçirenlerin,artık tamamen problem üreten ve kokuşmuş statükonun yılmaz savunucuları haline gelen asıl problem kaynağı haline gelmiş olmalarıdır.
Kısaca çözümün kaynağı olma iddiasındakiler, problemin kaynağı ve savunucusu haline gelmiş durumdadırlar.
2) Çocuklara yönelik bu tür uygulamalar hangi zihniyetin ve eğitim sisteminin sonucudur? AKP DÖNEMİNDE NEDEN BU VAKALAR ÇOĞALDI.
Özellikle son yaşanan olaylar da göstermiştir ki, mevcut iktidarın bütün derdi, din, iman, ahlak, adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, vatan, millet v.s. gibi sloganlar havada uçuşsa da, aslında sadece ve sadece iktidarda kalmaktır. Bu sebeple iç ve dış bütün politikalar, ele geçirilen bu statükoyu sürdürme hedefine odaklanmış durumdadır. Mevcut iktidarın ayakta kalması seçmelerin desteğine, seçmenlerin desteği iktidar rantının onlar arasında sürekli olarak üleştirilmesine ve menfaat-çıkar bağı ile onların iktidara bağımlı hale getirilmesi esasına dayanmaktadır, bu sebeple de iktidarın bütün stratejisi bunun üzerine oturmaktadır. Daha da özlü bir ifadeyle iktidarın en temel stratejisi sürekli rant ve mavi boncuk dağıtmaktır.
Durum bu olunca iktidar statükosuna zarar vermediği sürece iktidar çevrelerindeki gayr-ı meşru uygulamalara ses çıkarılmaması, iktidar yandaşlarının ürkütülmemesi bakımından kendisini dayatmıştır. Buna ek olarak iktidar ile iktidar destekçisi guruplar arasında, zımni bir şer ittifakı da kurulmuş görünmektedir. Bu ittifak çerçevesinde taraflar birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeme veya bu işi şimdilik erteleme konusunda uzlaşmış görünmektedirler. Dolayısıyla gerek idari, gerek mali gerek ahlaki alandaki sapmalar “kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla sürekli ertelenmekte ya da perdelenmektedir. Bu karşılıklı uzlaşmanın bazen Fethullah Gülen gurubu örneğinde olduğu gibi bozulduğu ve bir iktidar içi çatışmaya dönüştüğü de görülmüşse de, sonuçta iktidardan nemalanan gurupların mevcut statükoyu ayakta tutmak için can havliyle didindikleri ve her türlü olumsuzluğun dışarıya sızmaması için elden gelen gayreti gösterdikleri söylenebilir. Ancak yaşanan son olaylar, bütün çabalara rağmen iktidar statükosunun engellemede başarısız olduğu, dahası ortaya çıkan krizi yönetmede fevkalade başarısız olduğu ve ahlaksızlığı yapanlarla uğraşacağına bu ahlak dışılıkların faillerini kollar pozisyona düştüğü bir örnek olması itibariyle, sadece ve sadece buzulun görünen kısmın oluşturmaktadır. Buzulun suyun altında kalan kısmında neler olduğu ise, kuşkusuz gizli kalmayacak ve er ya da geç ortaya dökülecektir. Özetle bu gibi toplumsal dejenerasyon örneklerinin bu iktidar döneminde artması, ilk cümlede ifade ettiğimiz sosyolojik gerçeklikten, ama özellikle iktidarın giderek kontrolsüz bir güç haline gelmesinden, toplumda muhalefet ve eleştiri geleneğinin cılız olmasından ve tabii siyasi muhalefetin de beceriksizliğinden kaynaklanmaktadır denebilir.
İslamcılık iddiasındaki iktidara gelince, bütün bu yaşananlar hem iktidar çevrelerinin hem de ülkenin ortalama Müslümanlığının kof, içi boş, dar, yüzeysel ve hepsinden önemlisi ahlakı merkeze almak gibi bir derdi olmayan kuru bir dindarlık iddiasından öteye geçemediğini açıkça gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Ahlakın merkezde yer almadığı her hareket, sonuçta bu gibi gelişmelerin sonuçlarıyla yüzleşmek ve hesaplaşmak durumundadır. İktidar ise şu anda bu hesaplaşmayı erteleyebilmek için, suçlulardan ziyade suçluları teşhir edenlere yoğunlaşmakla, kısa vadede paçayı kurtarma derdine düştüğünü göstermektedir ki, bunun orta vadede daha büyük skandalların ortaya çıkmasını engelleyemeyeceği, sadece ve sadece çöküşü bir süre daha ertelemeye yarayabileceği açıktır.
3) Hocam öncelikle Karaman’da küçük çocuklara tecavüz eden durumu dinen nasıl değerlendirebiliriz?
Daha önce işaret ettiğimiz gibi bu tür cinsel sapmalar insanlık tarihi kadar eskidir. İslam toplumları da bunun istisnası değildir. Ancak meselenin, İslami kesimin iktidar rantını ele geçirmesi ve maddi açıdan palazlanmasıyla da doğrudan ilgisi vardır. Zira makam mevki ve para, beraberinde cinsel tatminsizliği ve bu tatminsizliğin sonucu cinsel sapmaları tetikleyici bir işlev görebilmektedir. Genelde eşlerin aldatılması, kuma, imam nikahlı eş edinme, gizli ikinci evler açma şeklinde tezahür eden bu cinsellik takıntısı, zaman zaman çocuk tacizi şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Mamafih bu tür sapkınlıkların İslami kesimdeki yaygınlığı konusunda kesin bir şey söylemek için vakit erken görünmektedir. Zira genelde dindar kesimler bu gibi konuları gizleme eğiliminde olup, yargıya intikal eden vakalar sınırlıdır. Buna rağmen yaşanan bu son olayların toplumda bir farkındalık oluşmasına yol açması, bu alandaki gelişmelerin daha yakından takip edilmesine yol açabilir. Bir yandan bu konuda toplumsal bilinç düzeyinin yükseltilmesi için sürekli çaba harcanması, öte yandan da bu konuda MEB ve Aile bakanlıkları başta olmak üzere sorumlulara denetimlerin arttırılması için baskı yapılması, mevzuata aykırı vakıf, yurt v.b. faaliyetlerinin engellenmesi ve tabii suçluların adalete teslim edilmesi için mücadeleden asla vazgeçilmemesi gerektiği ortadadır. Bu, hiçbir ideolojik, siyasi, etnik ve dini kimlik ayrımına gitmeksizin hepimizin ortaklaşa sürdürmesi gereken bir ahlak mücadelesi olarak görülmedikçe, toplumda benzer acıların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. İktidarda dindar görünümlü statükocu İslamcıların bulunması, bol bol cami açılması, siyasi konuşmalarda dini politikaya alet etmede sınır tanınmaması, bol bol İlahiyat ve İHL ya da Kur’an Kursu açılması, tarikat ve cemaatlere iktidar koruması sağlanması da bu acı akibeti değiştirmeye yetmeyecek, bu vahim sonucu kolay kolay değiştiremeyecektir.
Bu noktada toplumun geleceğini tehdit eden ahlaksızlara karşı ahlaklıların din, mezhep, ırk, ideoloji, siyasi görüş ve cinsiyet farklılığına rağmen ortak ahlaki doğrularda ortak hareket edebilecek bir refleks geliştirmesi şarttır. Şart olan bir diğer husus ise bu kokuşmuş statüko dindarlığının içyüzünü topluma göstermek için, aynı şekilde toplumun bütün kesimlerinin(dinli – dinsiz, alevi-sünni, kürt-türk, sağcı – solcu, kadın- erkek, yönetilen-yönetici) İslam konusunda bilimsel bilgiye, eleştirel ve sorgulayıcı zihniyete dayalı, Kur’an’ın kurucu metni Kur’an ile kurucu tecrübesi Hz.Peygamber modelinin esas alan, çağdaş İslam araştırmalarından ve çağdaş İslam düşüncesindeki gelişmelerden beslenen bir birikime de ihtiyacı olduğunu vurgulamak gerekir. Bu noktada İslama inanmak ta zorunlu olmayıp, İslam’a inanmayanların da inandığını söyleyenlerin İslam adına yaptıkları yanlışları teşhis ve onlarla mücadele amacıyla bu bilgilenme sürecine dahil olmaları fevkalade önemlidir. (Bu amaca yönelik olarak mütevazi bir katkı olması emeliyle AHİR ZAMAN İLMİHALİ ve DESTURSUZ ÇAĞA GİRENLER adlı iki eserde çağın ihtiyaçlarına cevap verecek çağdaş, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlık tasavvuru önerisi kamuoyunun takdirine sunulmuştur).
4)bundan önceki durumlar da da din kültürü öğretmenleri tarafında buna benzer olaylar yaşanmıştı. neye bağlıyorsunuz.?
Kapalı bütün yapılarda bu gibi ahlak dışı uygulamaların varlığı kimsenin meçhulü değildir. Bunların ortaya dökülmemesinin sebebi ise, bu kapalı ve baskıcı yapılardır. İktidarlara eklemlenmeleri ile bu kapalı ve baskıcı yapı daha da şiddetlenmekte, bu gibi suçlar şiddetle bastırılmaktadır. Bilhassa sadece erkek çocuklarının veya kız çocuklarının eğitim gördüğü kurumlarda hem çocuklar arasında hem de çocuklarla öğretmen ve kurum sorumluları arasında bu gibi ahlak dışı durumların ortaya çıkmasını engellemek için eksik olan iki şeyin acilen temin edilmesi şarttır: Önce ahlak merkezli bir insan ve toplum tasavvurunun birey ve topluma egemen kılınması, sonra da bu ahlaki hassasiyete uygun olarak gerekli idari ve kanuni adımnların atılması, tedbirlerin alınması. Bu gibi olumsuzluklar konusunda sözlü ve görüntülü medyanın ne ölçüde olumsuz bir rol oynadığı hususu da göz ardı edilmemesi gereken önemli bir noktadır.
5)İktidarın kendine göre belirlediği bir din eğitiminin sonucu olarak ele alınabilir mi bu yaşananlar.?
Yukarıda tekrar tekrar vurguladığımız gibi ikitdarın dindarlık algısı ve tasavvuru toplumun ortalama dindarlık seviyesinin üstünde değildir. Hatta iktidarın siyasi popülizm adına mavi boncuk dağıtma yoluna gittiği tarikat ve cemaat yapılanmalarının dini tasavvurlarının durumunun daha da vahim olduğunu söylemek mümkündür. Sosyolojik olarak halk İslamı da denilen bu kültürün bilimsel bilgiden ziyade kulaktan ya da medyadan duyma bilgilere, daha doğrusu bu alanlardaki korkunç bilgi kirliliğine dayandığını, bu kültürde İslam’a taban tabana zıt unsurların sayılamayacak kadar çok olduğunu göz önüne alacak olursak, iktidar ve çevreleri tarafından resmi ve sivil düzlemde topluma pompalanan din anlayışının sağlıksız, hatta patolojik bir dindarlık olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu dindarlığın, ne yolsuzluğu ne adam kayırmayı, ne de haksızlık ve hukuksuzlukları engelleyemediği herkesin gözleri önünde yaşananlar tarafından açıkça ortaya serildiğine göre, aynı sağlıksız dindarlıktan ve dindar çevrelerden, bu gibi cinsel ahlak dışılıkları engellemelerini ve bu konuda bağırsaklarını temizlemelerini beklemek biraz cılız bir ümit gibi görünmektedir.
6) Özellikle çocuklara yapılan bu ahlaksızca tutumların Ensar Vakfi, cemaat gibi yerlerde olmasını neye bağlıyorsunuz bu bir tesadüf mü? yoksa dinden uzaklaşan amaçların sonucumudur.
Dediğimiz gibi şu veya bu vakıf, dernek, cemaat, tarikat olsun, dindar kesimlerde yapısal olarak bu gibi problemlerin varlığı artık ortadadır. Elbette bunda hem bu çevrelerin dindarlık anlayışlarının yüzeyselliği, hem de bu kesimlerin kapalı yapılar olması, idari ve etik açıdan da ne resmen ne de otokontrol şeklinde denetlen(e)memesi bu ahlak dışılıkların kökünün kazınmasına engel olan başlıca unsurlardır. Dolayısıyla bu mesele şu veya bu vakıf şu veya bu dernek, şu veya bu cemaat, şu veya bu tarikat ayrımı yapmadan, kategorik olarak ve yapısal düzlemde ele alınmadıkça bu gibi acıların yaşanmasının önünün almak kolay olmayacaktır. Zira toplumda mevcut olan dindarlık aslında dindarlık değil din(i)darlık olup, kof, ruhsuz ve özünü kaybetmiş bir formaliteden öteye geçmemektedir. Ali Şeriati’nin “DİNE KARŞI DİN” tabir ettiği, Marks’ın da afyon olarak nitelendirdiği din tanımına çok benzeyen bu popüler din algısı ıslah edilmedikçe, MASA- KASA-NİSA konusunda yüz kızartıcı gelişmeler dindarların sırtında kambur olmaya devam edecektir.
7) Bu toplum ahlak olarak nereye doğru ilerliyor, toplumsal ahlak değerlerimize ne oldu da bu hale geldik?
Bu toplumun sadece ahlaken değil, siyaset, ekonomi, eğitim, medya, özgürlükler, kardeşlik, adalet gibi temel kategoriler açısından da iyi bir yere gitmediğini yıllardır açıkça ve yüksek sesle dile getiren biri olarak, ahlaken gidişatın daha da kötüye doğru ivme kazandığını söylemek durumundayım. Maalesef kendi dışındakileri sürekli dinsiz, imansız, kafir, fasık, hırsız, ahlaksız diyerek yargılayan İslami kesimler, bugün hem kendilerine hem de İslam’a leke sürmek anlamına gelen pekçok uygulamanın aktörleri konumuna gelmiş durumdadırlar. Güya kendi dışındakileri ahlaksız olarak gören bu dindar(!) kesimler, şu anda itham ettikleri kesimleri neyle kınadılarsa aynısını fazlasıyla ve kat kat irtikap eder oldular. Çözümün adresi olma iddiasıyla ikitdara gelen – siyasi ya da sivil – kesimler, problemin kaynağı haline geldiler. İslamın neredeyse bütün yasakları çeşitli bahane ve gerekçelerle – de facto olarak- adeta neshedildi, hükümsüz hale getirildi. Kısaca resmi ve sivil kanadıyla iktidar statükosu “HELA SÜPÜRGESİYLE CAMİ TEMİZLEMEK” denebilecek kadar vahim bir garabeti savunur hale gelmiş durumdadır. Dindar kesimlerin hali bu olunca, dindarlık iddiasında olmayan kesimlerin ahlaken durumunu daha da kötü olduğunu düşünenler olabilir. Bu düşünce ne ölçüde doğrudur bilinmez ama, kesin olan şudur ki, Aliya İzzetbegoviç’in DOĞU-BATI ARASINDA [ALTERNATİF OLARAK] İSLAM kitabında dediği gibi “Her ateist ahlaksız, her dindar ise ahlaklıdır” şeklinde bir önermenin doğru olmadığını, ateist olduğu halde fevkalade ahlaklı, ama dindar olduğu halde fevkalade ahlaksız tiplerin olabileceğini unutmamak gerekir. Bu bakımdan artık toplumda siyasi, ideolojik, etnik, dini ve mezhebi kimliklerin ötesine geçerek, mealen şu sloganları bu memlekette egemen paradigma yapmanın yollarını aramaya koyulmalıyız:
BU MEMLEKETTE SAĞCI-SOLCU YOKTUR, SADECE NAMUSLULARLA NAMUSSUZLAR VARDIR. (Cemil Meriç)
MEMLEKETTE NAMUSLULAR EN AZ NAMUSSUZLAR KADAR CESUR OLMAK ZORUNDADIR. (İsmet İnönü)
İNSANLARLA YOLLARIMIZI (DİNLİ-)DİNSİZ OLDUĞUNA BAKARAK DEĞİL, (AHLAKLI -) AHLAKSIZ OLDUĞUNA BAKARAK AYIRMALIYIZ. (Mehmet Hayri Kırbaşoğlu)