Röportaj: Ebubekir Gülüm, Milli Gazete
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile, bir kez daha kavuştuğumuz mübarek Ramazan ayını konuştuk. İslam dünyası ve Müslümanların için Ramazan’ın neyi ifade ettiği başka bir açıdan değerlendiren Prof. Kırbaşoğlu, bu Ramazan’ın dünyadaki İslam kardeşliğinin sağlanması için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti. İşte Hayri Kırbaşoğlu ile gerçekleştirdiğimiz Ramazan sohbetinin çarpıcı yönleri:
Ramazan’ı ülkemizde, genelde bir oruç ayı, ibadet ayı, nafile ibadetlerin artırılmaya çalışıldığı ve bu yönde teşviklerin yapıldığı; camilerdeki vaazlarda, televizyonlardaki sohbetlerde bu hususların gündeme getirildiği atmosferde yaşıyoruz. Ancak ben bu anlayışın, tam tersine Ramazan ayını Müslümanlığımızı yeniden inşa etmek için bir başlangıç olarak değerlendirmenin, çok daha önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü İslam dünyasının bugünkü temel problemi, ibadetlerdeki eksikliği değil. Küresel ölçekte İslam dünyası, son birkaç yüzyıldaki gelişmeler karşısında sürekli pasif kalmış İslam’ın kendilerinden beklediği işlevi yerine getirememiştir. Dolayısıyla bu Ramazan’ı bu konuda kafa yorarak geçirmemiz lazım. İslam dünyası ve Müslümanlar, Allah’ın bizden beklediği, dış dünyayı hatta evreni, Allah’ın iradesi doğrultusunda olumlu yönde nasıl değiştirebileceğini düşünmesi gerekir. Ramazan, o takdirde anlamlı olabilir
İkinci önemli bir husus da şu: Ramazan’da nafile ibadetlere daha fazla ağırlık verilmesi yönündeki takdimler, adet olmuştur. Ben tam tersine, Ramazanda farzlara daha fazla önem verilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Farzlar derken, ibadetlerle sınırlı bir Müslümanlık anlayışından ziyade, yine İslam dünyası ve ümmetin hatta bütün insanlığın karşı karşıya bulunduğu son derece tehlikeli hatta kriz diyebileceğimiz gelişmeler karşısında, Müslümanların öncelikli görevlerine ağırlık verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ramazan ayında, bunun daha da güçlendirilmesi gerekir.
Önde gelen kavramlardan bir tanesi de, dış dünyadaki her türlü kötülüğe ve olumsuz gelişmeye karşı, mücadele etmek anlamında ‘Emri bil ma’ruf, nehyi anil münker’ ilkesini hayatımıza bir rehber edinmemiz lazım. Bu ilke, çok geniş bir uygulama alanı olan bir ilke.
RAMAZAN’DA EN ÇOK İŞGALLER KONUŞULMALI
Elbette, Ramazan ayında İslam’dan en uzak kesimleri bile, İslam konusunda bir yumuşama, yakınlaşma ve sempati içinde görüyoruz. Ancak, buna mukabil İslam’ın kabul edemeyeceği bir takım hususların varlığını bütün gücüyle sürdürdüğünü de görüyoruz.
Özellikle bölgemizdeki işgaller konusunda, dünya adeta çaresiz bir durumda. Bu çaresizliğin temelinde ise, aslında İslam dünyasının sözünü ettiğim temel prensibi kurumsal olarak hayata geçirecek bir takım mekanizmalara sahip olamaması yatıyor. İslam dünyası, 1.5 milyarlık bir dünya. Buna rağmen, Irak, Afganistan, Filistin, Lübnan’da gözlerinin önünde kardeşlerinin katledilmelerine engel olamamaktadır.
Ramazan ayında üzerinde durulması ve cevabı aranması gereken temel problem budur. Sayısal olarak herhangi bir azlık söz konusu değildir. Burada hakkın yanında zulmün karşısında duramama, yani Müslümanlığımızın adeta bir tür zaafa uğraması söz konusudur. Ramazan ayında bu zaaflarımızı telafi etmek, yeryüzünde İslam’ın temel varoluş sebebinin bütün bu olumsuzluklarla mücadele etmek olduğunu unutmamak, Ramazan’ı bunun için bir fırsat bilmek gerekir. Yoksa sadece bireysel olarak, kendi kurtuluşumuzu hedef alan, kendimizin ne kadar sevap işlersek cenneti o kadar garantileriz mantığı içerisindeki egoist bir yaklaşımı sürdürmekten vazgeçmemiz lazım.
Bugün İslam’ın anlayışı, insanların ahirette tek tek kurtuluşu değil yeryüzündeki bütün insanların kurtuluşunun sağlanmasıdır. Bunun da yolu, İslam’ın bir kurtuluş hareketinin yolu olduğunun zihinlerde yerleşmesini sağlamaktadır. Yeryüzünde bu kadar vahyin dışlandığı, sekülerizmin giderek egemen olduğu, kapitalizmin ve tüketim çılgınlığının İslami kesimleri dahi pençesinde dahi kıvrandırdığı ve savurduğu, Müslümanların iktidar, güç, şöhret karşısında İslam ilkelerinden tamamen uzaklaştığı bir sürecin yaşandığı; hem ülkemizde hem diğer İslam ülkelerinde artık çok ciddi bir biçimde Müslümanlığımızı yeniden yapılandırmamız gerekir.
ASIL HEDEF ADALETLİ BİR DÜNYA
Ramazan ayı, bir iç hesaplaşma ve bir iç muhasebe, gelecekte atacağımız adımların şimdiden gözden geçirmemiz için bir başlangıç noktası teşkil edebilirse, bence anlamlı olur.
Yoksa Hz. Peygamber döneminden beri Müslümanlar Ramazan’ı oruç tutarak, ibadetlerini artırarak dini tecrübelerini ön plana alarak bu geleneksel yaklaşımı sürdürmüşlerdir.
Ancak tekrar söylüyorum, namazımızın ve orucumuzun artması hiçbir zaman İslam dünyasının kurtuluşunu sağlamamıştır, sağlaması da mümkün değildir. Çünkü namaz, oruç aslında, (Emri bil maruf nehyi anil münker) gibi asli görevlerimizin, yeryüzünü Allah’ın istediği şekilde değiştirme çabasında, bir cihat kavramının ön planda olduğu bir Müslümanlık tasavvurunu beslemek için vardır.
Temel hedef ise, tevhit, ‘Emri bil maruf nehyi anil münker’, adalet, hak, doğruluk ve iyilik gibi temel kavramların merkezde yer aldığı; işgal, katliam, zulüm, haksız kazanç, çevrenin tahribinden tutun da her türlü kirliliğe karşı çıkan bir anlayıştır.
Ramazan ayı, bu hedefe hizmet ettiği sürece anlamlıdır. Ama biz şimdi eminiz ki, Ramazan’a girip orucumuzu tutacağız, namazlarımızı ve teravihlerimizi kılacağız. Ama emperyalist batı, İslam dünyasına yönelik tehditleri sürdürüp katliamlarına devam edecektir.
O halde burada bir yanlışlık olduğunu görmemiz gerekir. Bizim namaz kılmamız, oruç tutmamız, nafile ibadetlere ağırlık vermemiz, İslam dünyasının yıkılıp, yok edilmesine engel olmuyorsa bir yanlışlık var demektir. En azından hiç olmazsa, bu yanlışlığın ne olduğunu sorma fırsatını sunabilir Ramazan ayı.
Ramazan’ı, bu duygular içerisinde yaşamamız gerekir. Lokmayı ağzımıza götürürken, şu anda bu lokmayı ağzına götüremeyen veya İsrail’in işgali altında inleyen, Afganistan’da düne kadar ecdadımızın kafirler dediği zalimlerin işgali altında inlerken, Irak’ta her gün siviller katledilirken; ülkemizdeki Müslümanların en azından onların duygularını hissederek bu lokmalar boğazında düğümlenmeli ve belki bir nebze olsun Müslüman kardeşlerimizle empati kurmuş oluruz.
Eğer bunu da yapmaz, sanki çevremizde ve bütün İslam dünyasında bu olaylar hiç olmuyor gibi huzur, mutluluk ve neşe içerisinde mükellef sofralarda oturur da, büyük bir mutluluk içerisinde karnımızı şişirecek olursak, huzurla teravih namazı kılmanın mutluluğu yaşarda bir nebze burukluk yaşamazsak, onların acılarını paylaşıp buruk bir Ramazan geçirmezsek, İslam kardeşliğine olan sadakatimizi sorgulamamız gerekir.
Ecdadımızın Ramazan uygulaması, bir züht ve takva idi. Bugün Ramazan ayı, artık bir şişmanlık ve mide fesadı ayı haline gelmiştir. Çünkü Ramazanlarda normal zamandakinden daha fazla yeme, içme ve sofraya özen gösterilmeye başlanmıştır. Pek çok sofralarımız, zenginlerin davet edildiği sofralar haline gelmiştir. Fakir kesimlerin bu sofralarda yer almaması, onların sadece belediyelerin düzenlediği iftar çadırlarında yer bulması; beş yıldızlı otellerde verilen iftarlarda aslında Müslümanların bir türlü gizli kapitalizm ve bir tür sınıf ayrımının pençesine düştüğünü gösterir.
Elbette, biz servet düşmanlığı yapmıyoruz. Hali vakti olan insanlar, beş yıldızlı otellerde iftarlar verebilir. Aynı insanlar, bu iftarlar için harcamış olduğu paranın bir benzerini, en azından varoşlardaki veya bölgedeki fakirler için harcamadıkça bence vicdanen sorumluluktan kurtulamazlar.
MÜSLÜMANLIĞIMIZI YENİDEN İNŞA İÇİN FIRSAT
Belki çok önemli başka bir konu da, Ramazan ayı başlarken Müslümanlığımızı yeniden inşa etmek için bir adım atmamız gerektiğidir. Bizim Müslümanlığımız, sözlü kültüre, kulaktan dolma bilgilere dayalı bir Müslümanlık genelde. Tashihe (düzeltmeye) muhtaç epey yönü var.
Son zamanlarda biliyorsunuz, tarikatlar konusu gündeme geldi. Aslında tarikatların da tashihe muhtaç yönleri var. Bu tashihe muhtaç yönlerimizin ortaya çıkmasının nedeni ise, bilgisizlik ve yanlış bilgidir. Maalesef, ya camilerde hocalarımızın anlattıklarıyla veya televizyonlarda anlatılan ya da cemaat yapısı içinde cemaat liderlerinin anlattıklarıyla yetinildiği için bugün faaliyetlerde sunulan bilgilerin bilimsel olmaktan uzak olduğu için ve toplum olarak da özellikle İslami kesim olarak okumaktan uzak olduğumuz için, maalesef bilgilerimizin büyük çoğunluğu İslam’a uygunluğu tartışmalı bilgilerdir. En azından bunların bir kısmını düzeltmek mümkün.
Ramazan ayında sevap amaçlı olarak Kuranı Kerim okunurken, bunun yanında O’nu anlamak için meali de okunabilir. Kur’an-ı Kerim, insanlıktan nasıl bir bakış açısı ve yaklaşım istiyor? Sadece Lailaheillallah deyip oruç, namaz, hac, zekat ibadetlerini yerine getirip, onun dışında bütün dünyada olanlara seyirci kalmamızı mı istiyor? Yoksa, ‘Siz insanlık için, tarih sahnesine çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız. Allah’a da iman edersiniz’ ayetinde ifade edilen veya ‘İşte, sizi böylece vasat ümmet yaptık ki, siz insanlık üzerine şahit olasınız’ ayetinde buyrulduğu gibi bütün insanlığa ve dünyaya küresel bir görevimiz var da bunu biz görmüyor muyuz?
Müslümanlığın var oluş sebebi, aslında bu küresel görevdir. Namaz, aslında Müslümanları bu misyona hazırlamak için vaaz edilmiştir. Yoksa, bizatihi kendisi maksut değildir. Kendisi bir araçtır, amaç değildir. Yeryüzünde Allah’ın iradesini; hayatta, her boyutta, bireysel, ailesel, toplumsal ve küresel olarak, bu değerlerin hâkim olması için çalışmak için vardır. Bu yolda çaba gösterirken, ilham kaynağımız olsun diye vardır
Oruç da böyledir. Sadece dışarıda hiçbir etkisi olmayan içe yönelik, bireyin iç dünyasını temizlemeye yönelik bir ibadet olarak asla algılanmaması lazım. Sezai Karakoç’un bir yazısında ‘Oruç insanı kılar, namaz insan kılar’ dediği gibi orucun bizi kılması bir Müslüman yapması ve sonra da o Müslüman’ı dış dünyaya yönelerek bu iradesini küresel ölçekte harekete geçirmesi gerekir.
Ramazan ayında genelde, bazı ilmihal bilgilerinin aktarılması ile yetiniliyor. Evet, bunlara da yer verilmeli. Ama zaten yıllardır camilerimizde namaz kılan cemaate, namaz kılmanın faydalarını anlatmanın; oruç tutana, oruç tutmanın faziletini anlatmanın çok fazla anlamı yok. Biz namaz kılmayan insana, namaz kıldırabilirsek; oruç tutmayana, oruç tutmasını sağlayabilirsek, o amaçla vaazımızın bir faydası olur. Asıl amacınca ulaşmış olur.
Biz, sürekli yanlış yapıyoruz. Hedef kitlemiz ayrı, vaazımız ayrı. Namazla, abdestle, oruçla hiçbir sorunu olmayan insanlara aynı şeyleri anlatmaktan ziyade, bu dünyadan uzak olan insanlara namazı, abdesti, orucu anlatarak vaazlarımızı o insanlara tevcih etmemiz lazım.
Televizyon programlarında, aynı şekilde oruç tutmanın faziletleri ve anlamı üzerine tutmayanları da, bu kervana dâhil etmenin hesabını yaparak, programlar geliştirmemiz lazım.
Bu bilinç meselesi. Yani bizim dindar insanların olduğu genel kitleler diyanet ve ilahiyat, cemaat ve tarikat çevreleri de çok farklı değil Birbirimizden çok fazla da farkımız yok. İslam dünyası olarak da bakıldığı zaman da fazla fark yoktur. Bunun sebebi, İslam’ın ne olduğu konusunda kendi tasavvurlarımızı kendimizin inşa etmemesidir.
İslam dünyasında ve ülkemizde, İslam’ın yeniden inşa ve ihya edilmesine ilişki bazı söylemler var. Fakat bunlarla, benim söylediklerim arasında şöyle bir fark var: Ben İslam’ı ve Müslümanlığımızı yeniden inşa etmek derken, mevcut bilgilerimizi sorgulamayı ve bunların ne kadar İslam’a uygun olduğunu sormayı da önemsiyorum. Bazı kesimlerde, İslam’ın ne olduğu konusunda herhangi bir problem olmadığı tasavvur ediliyor. Problem sadece yaşamakta, dolayısıyla bunu canlandırmak yeterli deniliyor. Ancak ben hem pratiğe aktarmada problem olduğu hem de Müslümanlığımızın ne olduğuna ilişkin bilgilerimizin gözden geçirmeye muhtaç olduğu kanaatindeyim. Yani bir öz eleştiriye ihtiyaç vardır. O bakımdan bugün 1.5 milyar İslam dünyası, birkaç milyonluk İsrail’in zulümleri karşısında maalesef boyun eğmek durumunda kalmıştır.
HİZBULLAH İSLAM DÜNYASININ YÜZÜNÜ AĞARTTI
Ama buna mukabil Hizbullah örgütü, İslam dünyasının yüzünü ağartmıştır. Niçin? Orada yaşayan Müslümanlar, Türkiye’de yaşayan Müslümanlara aktarmaya çalıştığımız tarzda bir Müslümanlık yaygın olduğu için, herhangi bir zorluk karşısında kenetlenerek, bir araya gelerek, tek vücut halinde hareket edebilme kabiliyetini gösterdiler. Bu kabiliyetin, bütün İslam dünyası, gruplar ve cemaatlerde de olması lazım. İşte biz de Ramazan vesilesiyle, Müslümanların arasındaki farklılıkların bir tarafa bırakılarak, ortak paydada buluşma becerisini de göstermemiz lazım.
Hizbullah örneğinde veya İslam dünyasındaki başarılı örneklerin sırrı buradadır. Herhangi bir mezhep endişesi yoktur. Nitekim biz Yemen’e gittiğimizde, oradaki Zeydî bir âlim aynen şöyle dedi: ‘Artık Şii ve Sünni kelimelerinin olmadığı bir dünya istiyorum’. Bu olgunluğu gösterdi.
Bizim de artık batının, İslam dünyasını parçalamak için Şii-Sünni gibi mezhep, cemaat ve meşrep farklılıklarını kaşıdığını görmemiz lazım. Bu farklılıkların ayrışma değil bir zenginlik ve yorum farkı olduğunu, ama İslam kardeşliğine hiçbir zararı olmayacağını yaygınlaştırmamız lazım.
Artık Diyarbakır’da Hanefilerin ayrı Şafiilerin ayrı bir imamın arkasında namaz kılma alışkanlığını terk ederek, her mezhep ve meşrepten insanların birbirinin arkasında namaz kılabilmesini sağlamamız ve bu tür meseleleri çoktan halletmemiz gerekir. Umman’da İbadî kardeşlerimiz var. Onları adeta uzaydan gelmiş gibi görmek yerine aynen bizim gibi aynı Allah’a, kitaba, peygambere inanan insanlar olduğunu görmemiz gerekir.
Aslında teferruatındaki farklılıklardan dolayı, ayrı dünyaların insani imiş gibi sunan bakış açısını terk etmemiz lazım. Bütün Müslümanların tevhit sancağı altında, İslam ümmeti kavramı çerçevesinde, aralarındaki bütün farklılıklara rağmen beraber harekete etme kabiliyetini geliştirmesi lazım. Bu duygusal yoğunluk, bütün İslam dünyasında yaşanıyor. Ortak hedefler doğrultusunda müştereken hareket etmemiz, bu ayda biraz daha kolay olabiliyor. Bu fırsatları değerlendirmemiz gerekir.
Mevlana’nın dediği gibi, ‘Zaman, yeni şeyler söylemek zamanıdır’, yine Bediuzzaman’ın ‘Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal’ dediği gibi; artık yeni bir Ramazan, yeni bir bakış açısı ve yeni bir ruha süratle ihtiyacımız var. Belki bu bakış açısını, hayata aktarma konusunda bir umut ışığı olursa Ramazan, o zaman gerçek anlamda manasına uymuş olur.
SINIR TANIMAYAN MÜSLÜMANLAR
İslam kardeşliğini pekiştirmek için, sınır tanımayan doktorlar gibi sınır tanımayan Müslümanlar gibi hareket ederek pekâlâ, mesela Suriye’ye gidip Şam’daki Müslüman kardeşlerimizle iftar açalım. Oradaki kardeşlerimizi buraya çağıralım. Beraberce iftar yapalım. Aileler arasındaki, bağları geliştirelim. Bağdat’a, Beyrut’a, Kerkük’e gidelim. Ramazan’ı, bütün Müslümanların aynı bütünün parçaları olduğu anlayışını, canlandırmak için vesile edinelim. Ramazan’da bütün İslam dünyasını göz önüne alarak yaşayalım.
Hiçbir şey yapamıyorsak, kesinlikle şu anda sıkıntıda olan Müslüman kardeşlerimize dua etmeyi, dualarımızın birinci sırasına yerleştirmemiz lazım. Ben öyle yapıyorum. Namazlardan sonraki veya başka yerlerde yaptığım dualarda hep ilk sırada. İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu sıkıntılarla ilgili olarak, Cenabı Hakk’ın Müslümanları birleştirmesi ve onlara yardım etmesi için dua ediyorum. Ondan sonra kendi nefsim, ailem ve çocuklarım, çevrem için ediyorum. Ramazan ayı içinde, namazda, iftarda ve sahurda yaptığımız dualarda, Ümmeti Muhammedi’nin özellikle acil durumda büyük sıkıntı içinde olanları için mutlaka dua edelim.