Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile ılımlı İslam´ı konuştuk
Röportaj: Mehmet Toprak, 04/05/2006
Mehmet Toprak: ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek adına tasarladığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile “Ilımlı İslam” projesi arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz?
Hayri Kırbaşoğlu: İşin aslına bakılırsa BOP veya GOP İslam dünyasına ve onu sömürüp kontrol altına almaya yönelik ilk proje değildir. Zira bu tür çabaların benzerlerine Haçlı Seferleri´nden başlayarak ilerleyen asırlarda İngiliz, Fransız, İspanyol, Portekiz, Flemenk ve İtalyan sömürgeciliğinin neredeyse İslam dünyasının tamamını işgalle sonuçlanan ve dalga dalga süren emperyalist uygulamalarına kadar bir seri gelişmede de rastlanmaktadır. Nitekim klasik oryantalizmin doğuşunda bu sömürge politikalarını kolay ve kalıcı bir hale getirme amacının önemli rolü olduğunu da unutmamak yerinde olacaktır. Yine unutulmaması gereken bir başka husus da Batı’nın İslam dünyasına yönelik hegemonik hedeflerini gerçekleştirmek için kendisinin izinden gönüllü olarak giden Batılılaşmış elitleri yetiştirme konusunda sergilediği çabalarıdır. Bugün tekrar gündeme gelen BOP veya GOP’un önceki uygulamalarından tek farkı, öncekilerin Kıta Avrupası projeleri olması, bu sonuncusunun ise Atlantik ötesi bir proje olmasıdır. Zannedildiğinin aksine önceki çabalar da bugünkü gibi küresel bir hegemonyayı hedeflemekteydi. Ancak bu son dalga sömürgecilik, teknoloji ve kitle iletişim araçlarını kullanarak psikolojik ve medyatik bir kampanya eşliğinde terör havası estirmekle öncekilerden ayrılmaktadır ki “Ilımlı İslam” tam da bu noktada üzerinde ayrıca durmayı hak etmektedir.
M.T: “Ilımlı İslam” projesi Müslümanları hangi metotlarla dönüştürmeyi amaçlıyor?
H.K: İslam’ı Batı’nın çıkarları doğrultusunda dönüştürme çabaları bugüne kadar genellikle “eleştiri”, “karalama” ve “saldırı” şeklinde olmuşken, son yüzyılda bu hedefe ulaşmak için giderek daha sofistike ve rafine yöntemlere başvurulmuştur. Ancak bütün bu çabalar arzu edilen sonuçlara ulaşma konusunda yetersiz kalmış, hatta istenenin aksi sonuçlara da yol açmıştır. Nitekim İslam dünyasında giderek daha bilinçli bir Müslümanlığın gelişmesi ve “İslam’ın Yükselişi”nin önlenemez boyutlara ulaşması, İslam dünyasında İslami hareketlerin ve onların tabiriyle “Siyasal İslam”ın yükselişi, buna bağlı olarak Batı karşısında her alandaki bağımsızlık taleplerinin artışı, yine her türlü hegemonik çabaya karşı derin bir hassasiyetin ortaya çıkması ve nihayet bu eğilimlerin Filistin, Afganistan ve Irak işgalleriyle zirveye ulaşması, Batı’yı İslam konusundaki strateji ve metotlarını gözden geçirmeye sevk etmiştir. Bu gelişmelerin ardından Batı’da iki kavram veya sloganın gündeme yerleştiğini görmekteyiz ki, bunların birisi Kıta Avrupa’sındaki “Avrupa İslam”ı, diğeri ise Atlantik ötesi Batı yani ABD’deki “Ilımlı İslam”dır. Her iki bölgesiyle de Batı’nın bu iki kavram veya slogandan kastettikleri aynı olup, İslam’ın yapısını kendi çıkarlarına hizmet edecek bir şekilde değiştirerek, bu çıkarlarının önündeki en büyük engel olan, her türlü-siyasi, ekonomik, kültürel, askeri “İslami Direniş”i ortadan kaldırmak; İslam Dünyasının bölgesel ve küresel politikalarda söz sahibi ve belirleyici olma potansiyelini ortadan kaldırmak veya geriletmek! Bir başka ifadeyle İslam dünyasının Batı’ya rakip olmasının önüne geçmek!
M.T: Sorunun BOP ile irtibatı?
H.K: Avrupa İslam’ı veya Ilımlı İslam kavramlarının ve bu kavramların eşliğinde uygulamaya konan “Avrupa İslam”ı ve “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” veya “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)” projelerinin, önceki çabalardan -ki bir yandan bunlar da sürdürülmektedir- farkı, özetle, İslam’ ı içten ve bizzat Müslümanların elleriyle dönüştürmeyi amaçlamış olmasıdır.
Durumu daha da netleştirecek olursak, daha önce Batılılaşmış elitler aracılığıyla ve seküler/laik politikalar üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları politikaların istenen verimi sağlayamaması ve geri tepmesi karşısında; bu defa İslam dünyasından devşirilecek ve İslam’ı içten dönüştürecek olan işbirlikçiler aracılığıyla bu amaca ulaşılmak istenmektedir. Kısacası amaç, Batılı aktörlerin veya Batılılaşmış elitlerin yapamadığını, bu defa İslami(?) aktörlere İslam(?) adı altında yaptırmaktan ibarettir.
Bu amaçla seçilen hedef kitlenin -yani İslami(?) aktörlerin- kim oldukları konusu da elbette önem arz eden hususların başında gelmektedir. Hemen belirtelim ki bu işbirlikçi aktörlerin kendi içlerinde homojen bir yapı sergilediklerini düşünmek hata olur. Bilakis çeşitli açılardan farklı tasniflere tabi tutulabilecek olan bu aktörlerin çeşitlilik arz ettiğini söyleyebiliriz.
M.T: Konuyu biraz daha açar mısınız?
H.K: Genişletilmiş Ortadoğu Projesi en genel anlamda bu gibileri iki ana gruba ayırmak mümkündür. İlk grupta yer alanlar bu ve benzeri projelere bilerek hizmet edenlerden oluşurken, ikinci grupta yer alanlar bilmeden ve farkında olmadan bu amaçlara alet olanlardır. Bir başka şekilde ifade edecek olursak bu gibilerin bu projelere hizmet edip alet olmalarının tek kelimeyle açıklaması şudur: GAFLET VEYA DALALET!
Bu tür projelere hizmet edip alet olanların bir başka açıdan dağılımı ise şöyledir: “muhafazakâr” kanat, “yenilikçi” kanat. Belki bunlara ek olarak İslam dünyasındaki dünyevileşmiş, hatta kapitalistleşmiş -tuzu kuru- bazı İslami çevreleri de ayrı bir grup olarak zikretmek mümkün olabilir.
Diğer yandan bu gibilerin hem resmi, hem de sivil toplum kesimlerinde yer aldıklarını da burada hatırlatmakta yarar vardır. İslam dünyasındaki resmi din kurumlarının genellikle bu gibi projeler içerisinde yer aldıklarını, öte yandan birçok sivil toplum kuruluşunun -dernek, vakıf, araştırma merkezi, yayınevi, dergi, gazete, radyo, TV, internet sitesi- aynı şekilde bu gibi projeler kapsamında faaliyet gösterdiklerini rahatlıkla ifade etmek mümkündür.
Başlıca konulara gelince, demokrasi, özgürlükler, insan hakları, eşitlik ve özellikle kadın-erkek eşitliği, hoşgörü, diyalog, şiddet, terör, Cihad (Cihadizm? Cihadist İslam?), küreselleşme v.s.
Bu gibi konular söz konusu Batı projelerinden bağımsız olarak ta bir süredir İslam dünyasında tartışıla gelmektedir. Burada bu konuların söz konusu projeler bağlamında ve onlara bağımlı olarak ele alınmasını kastediyoruz. Daha doğrusu bu ve benzeri konuları Batı’nın çıkarlarına uygun düşmek şartıyla ve amacıyla ele almayı kastediyoruz.. Yoksa bağımsız olarak ve İslam dünyasının kendi iç problemi bağlamında bu konuları konuşmak, tartışmak her zaman mümkündür ve olmalıdır.
Birbirine kolaylıkla karıştırılabilecek bu gibi durumlar karşısında dikkat edilmesi gereken husus, bu ve benzeri konuların ele alınmasının kimlerin telkin, yönlendirme ve kontrolünde gerçekleştirildiğini ve hangi amaca hizmet ettiğini sorgulamaktır.
M.T: Size göre “Ilımlı İslam” projesi ile ulaşılmak istenen hedef nedir?
H.K: Bu hedef çok açıktır: Ilımlı İslam’ın kendisi! Kime karşı ılımlı? Elbette İslam dünyasını işgal, talan ve tahrip eden Batı’ya -bilhassa ABD, İngiltere ve İsrail’e- karşı ılımlı! Bir yandan İslam ülkelerinde özgürlük, insan hakları ve demokrasi’nin gelişmesi için gayret sarfettiğini söyleyip, öte yandan bunların temeline dinamit koyan despot ve tiranları siyasi, ekonomik ve askeri olarak destekleyen ikiyüzlü ve samimiyetsiz Batı’ya karşı ılımlı! Yeryüzündeki her türlü zulüm, fesat, bağy ve tuğyana, yani şer eksenli her gelişmeye eliyle, diliyle ve kalbiyle buğzedip, karşı koymaya, direnmeye, başkaldırıya ve isyana, yani “Ahlak ve Vicdan İsyanına Davet” demek olan “Cihad Ruhu”na öldürücü bir darbe vurarak, yeryüzündeki şer odaklı uygulamalarının önündeki önemli bir engeli bertaraf etmek isteyen Batı’ya, özellikle de ABD, İngiltere ve İsrail’e karşı ılımlı!
Ilımlı İslam’ın amacı, dıştan müdahalelerle boyun eğdirilemeyen İslam dünyasını, bu defa Aşil topuğundan vurmaktır. Roger Garaudy’nin ve daha pek çok Batılı düşünürün feryat ederek, haykırarak dikkat çekmeye çalıştığı, gezegenimizi tehdit eden küresel gelişmeler karşısında sadece İslam Dünyası’nın değil, aynı zamanda bütün insanlığın sığınacağı belki de tek adanın yok edilmesi planıdır. Ilımlı İslam, insanlığın bindiği dalı kesmesidir. Ilımlı İslam mananın maddeye kurban edilmesidir. Ilımlı İslam, şer güçlerinin iktidarına, şeytanın imparatorluğuna giden yolun önünü açmaktır. Ilımlı İslam bizzat Batı’nın kendi kendisine yapabileceği en büyük zulümdür. Ilımlı İslam insanlığın uzun vadeli geleceğine karşı Batı’nın kısa vadeli çıkarlarına hizmet etmektir. Ilımlı İslam, İslam’a karşı bir İslam üretme çabasıdır. Yeni bir din türetmektir.
M.T: “Ilımlı İslam” projesi karşısında Türk medya mensupları ve sivil toplum kuruluşlarının tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
H.K: Yukarıda bu proje içerisinde bilerek veya bilmeyerek yer ve rol alan çevrelere dair verdiğimiz bilgilerden hareketle, bir yanda Ilımlı İslam projesine destek verenler, öbür yanda ise buna karşı çıkanlar olmak üzere iki ana kampın varlığından söz edilebilir. Bilhassa ABD’nin resmen İslam dünyasında kendisine hizmet edecek işbirlikçiler aradığı ve bu amaçla satın almak istediği kiralık kalemler için ciddi paralar tahsis ettiği artık sağır sultanların bile malumudur. Yine pek çok -sözüm ona- sivil toplum kuruluşunun ABD ve AB fonlarından, ya resmen ve alenen, ya da Soros’a ait fonlar aracılığıyla dolaylı veya gizli olarak maddi manevi destek aldıkları da malumdur. Bunun yanında, zaten baştan beri İslam’a karşı tavır almayı ilke edinmiş olan birtakım medya çevrelerinin de bu projenin yanında yer alacaklarını tahmin etmek zor değildir.
Gelelim İslami kesime! Bu cenahta da durum pek farklı değildir. Alenen bu gibi projelere destek verdiklerini beyan etmeseler de, gizli ve dolaylı olarak işbirliğinde bulunan bazı kesimlerin mevcudiyeti bilinmektedir. Hatta bunların bir kısmının durumu medyaya bile yansımıştır. Mesela Mısır, Ürdün, Haliç (körfez) ülkelerinde mevcut benzerleri gibi, ülkemizde de birçok İslami STK’ları tek çatı altında toplama bahanesiyle yapılan bir çalışmanın arkasında eski ABD büyükelçisi Edelmann başta olmak üzere birtakım diplomat ve yetkililerin bulunduğu, olaya TC. Dışişleri Bakanlığının da adının karıştığı medyaya yansımıştır. Öte yandan bu faaliyetin finansörleri arasında ülkemizdeki bazı İslami yayınevi sahiplerinin de yer aldığı yönündeki bilgiler; ya da ABANT toplantılarının sonuncusunun Wolfowitz’le bağlantılı bir kuruluşun gölgesinde ABD’de yapılması, bu faaliyetleri gerçekleştiren çevrelerin kanaat önderinin dünyada en nefret ettiği şahsın Bush değil de Bin Ladin olduğunu söylemesi, amacı Müslümanları Hrıstiyanlaştırarak İslami tehditi(?)
savuşturmayı amaçlayan Vatikan Papa’sına çalışmalarında başarılar dilemesi (?) de konumuz açısından dikkat çekici olabilir.
M.T: Türkiye’de yaşanan son olaylar doğrultusunda ve Türkiye özelinde “Ilımlı İslam” projesini değerlendirir misiniz?
H.K: ABD-İngiltere’nin Irak’ı işgali karşısında 1 Mart Tezkeresi’nin reddi ile İslam dünyasında ve diğer bütün dünyada yıldızı parlayan Türkiye’nin işgal karşıtı entelektüellerinin, işgalin hemen akabinde DOĞU KONFERANSI adı altında bir sivil girişim başlatmış olmaları, 2005 yılı sonunda Mağrib(Fas) tan Endonezya’ya, Müslüman – Hıristiyan, sağcı-solcu, Şii-Sünni seksene yakın entelektüel, aktivist ve sivil toplum temsilcisini bir araya getiren uluslararası bir konferansı İstanbul’da toplamayı başarmaları – ki benzer gelişmeler diğer İslam ülkelerinde de görülmektedir- Ilımlı İslam projesinin sac ayaklarından biri olarak seçildiği yerli-yabancı medyada yer alan Türkiye’de derin ve uzun vadeli bir mücadelenin kapıda olduğunun bir göstergesidir. Türkiye’de İslami kesimler arasında henüz Ilımlı İslam projesini açıkça ve hararetle savunanlara rastlamak zor ise de, gerek hükümetlerin politikalarına bağımlı olan resmi gerekse sivil İslami kurumların faaliyetlerinin yakın takibe alınması durumunda gelişmeler hakkında birtakım ipuçları elde etmek mümkün görünmektedir. Mesela Mısır’da el-Ezher şeyhinin Fransa’daki başörtüsü yasakçılığını meşrulaştıran beyanatlar vermesi ve -Kahire’de katıldığım ilmi bir toplantıda bir el-Ezher âliminin İslami hareketleri münafıklıkla suçlayacak kadar ifrata kaçması nasıl birer ipucu ise- T.C. Diyanet İşleri Başkanı’nın ABD ziyaretinde alanıyla hiç ilgisi olmayan ulusal güvenlik yetkilileriyle görüşmeler yaptığı iddiası, yine bir DİB Başkan Yardımcısının din adamı yetiştirme konusunda(?) bir ABD’li diplomat ile görüşmesi ama her iki görüşmenin resmi zabıtlarının olmayışı veya açıklanmamış olması ve nihayet terörle hiçbir ilgisi olmayan cami cemaatine, adeta onların potansiyel birer terörist olabileceğini ima edercesine, 17.2.2006 tarihinde İslam’ın terörle bağdaşmadığına dair bir hutbe okunması, en azından gelişmeleri yakından takip etmek ve dikkatli olmak bakımından birer ipucu teşkil edebilir.
Keza Pakistan’da dini eğitim kurumlarının programlarına -ABD’nin talimatları doğrultusunda- yapılan müdahalelere ve Bangladeş’ten 1000 civarında imamın eğitim(?) amacıyla ABD’ye götürüldüğüne dair haberleri çağrıştırırcasına, ülkemizdeki dini eğitim kurumlarının programlarında yapılan ve yapılacak olan değişikliklerin de yakın takibe alınmasında fayda olduğu muhakkaktır.
Her şeye rağmen Türkiye’deki sivil kesimlerin Ilımlı İslam’a karşı, resmi kurumlardan daha dirençli olduğu söylenebilir. DİB ve İlahiyat Fakülteleri gibi resmi kurumların 28 Şubat sürecinde ciddi bir biçimde savrulmuş olmaları ise, Ilımlı İslam Projesi karşısında da benzer bir savrulmaya maruz kalabilecekleri ihtimalini gündeme getirmektedir. Buna mukabil müslüman milletimizin sağduyusuna güvenmek şu an için en az risk taşıyan bir tercih olarak görünmektedir.
M.T: “Ilımlı İslam” projesine karşı sizce hangi tedbirler alınmalıdır?
H.K: Ilımlı İslam’a gelinceye kadar pek çok iç ve dış tehditle asırlar boyunca yüzleşmiş olan İslam dünyasının, bu son tehdit dalgasını da atlatacağını, yaşanmış olan tarihi tecrübelerin ışığında tahmin etmek zor değildir. Nitekim -diğer pek çok ülkede olduğu gibi- İslam Dünyasında ABD politikalarına karşı fevkalade bir itiraz sesinin yükselmekte olması ve bu ABD politikaları karşıtlığının en yüksek oranda ülkemizde zirveye ulaşması, gelecek konusunda ümitvar olmak için önemli bir göstergedir. Dolayısıyla ilk atılması gereken adım, bu bilincin, bu direniş ruhunun canlı ve diri tutulmasıdır.
Diğer yandan ABD ve destekçilerinin vicdan, ahlak ve hukuk dışı uygulamaları için -geçersiz de olsa- bir bahane teşkil etmemesi ve şer odaklarının İslam dünyasına yönelik saldırılarını sureta da olsa haklılaştırmaması için, onların sözüm ona “kozlarını” ellerinden almak için; evren, hayat, insan, tarih, siyaset, yönetim, ekonomi, toplum, eğitim, uluslararası ilişkiler, dünya düzeni, medya ve iletişim, kültür ve sanat, bilim ve teknoloji, çevre, silah(sız)lanma, nükleer tehdit; adalet, eşitlik, özgürlük vb. konuları kapsayan ve modern insanın ve toplumun krizine yol açan Batı’ya alternatif bir Dünya Görüşü sunma yolunda ciddi entelektüel çabalara girişilmesi gerekir. Elbette böyle bir çabada, İslam düşüncesi ve İslami ilimler geleneğinin merkezi bir öneme sahip olacağını söylemeye bile gerek yoktur.
Aslında bu alanda zaten iki yüzyıldan beri İslam Dünyasında süregelen entelektüel çabaları daha yoğun, planlı ve derinlikli bir biçimde sürdürmek, mevcut konjonktür karşısında yeni stratejiler belirlemek yeterli olacaktır. Klasik tabirle “içtihad” ve “tecdid”, günümüzün tabiriyle “İslam Düşüncesinde Yenilenme/Yeniden Yapılanma”, “Aydınlanmış/Eleştirel Muhafazakârlık”, Batılı çevrelerin ifadesiyle “İslam Modernizmi” denilen olgunun güçlendirilmesi, geliştirilmesi yegâne çıkar yol olarak görünmektedir.
Ancak BOP/GOP mimarlarının da istismar etme ve yönlendirme niyetlerini gizlemedikleri bu olgunun, İslam’ın ve Müslümanların aleyhine kullanılmaması için, bu yöndeki çabaların politik bir gözle, muhtemel istismarlara karşı sürekli kollanması şarttır. Bir başka ifadeyle İslam düşüncesinin yeniden yapılandırılması sürecinin, bölgesel ve küresel siyasi mülahazalardan bağımsız bir şekilde gerçekleştirilemeyeceğini, bu sebeple mutlaka belli bir siyasi duruştan hareket etmenin de yararlı, hatta gerekli olduğunu unutmamak icap eder. Bu ise geleceğimiz açısından, ilim, fikir ve siyasetin birbirinden ayrılmadığı bir yaklaşımın tercihi demektir. Bu noktada bizatihi İslam’ın da yeryüzüne yönelik bir “SİYASET” olduğunu hatırlamak aydınlatıcı olacaktır.
http://www.biroybil.com/showthread.php?3955-Prof-Dr-H-K-ile-%FDl%FDml%FD-islam