Röportaj: Nida Dergisi, 25/11/2009
İslam Toplumu sosyolojik açıdan Müslümanlardan oluşan toplumun teolojik açıdan ise İslami değerlerin egemen olduğu toplumun adıdır. Diğer bir deyişle Ümmet-i Muhammed ile aynı şeydir. Rousse’nun anladığı anlamdan birtakım farklar olduğu muhakkaktır. Aslında İslam toplumu ifadesi, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün insanları İslam ortak paydasında toplayan, ortak paydası İslam olan bir toplumdur
Sosyolojik bir tanımlama olan ‘toplum’ bir din, bir inanç veya bir ideolojiyle birlikte kullanıldığında ne gibi bir anlam kazanır. Böyle bir toplum örgüsünden bahsedildiğinde kasteden ne kastediyor olmalı?
Hayri Kırbaşoğlu : İslam Toplumu sosyolojik açıdan Müslümanlardan oluşan toplumun teolojik açıdan ise İslami değerlerin egemen olduğu toplumun adıdır. Diğer bir deyişle Ümmet-i Muhammed ile aynı şeydir. Rousse’nun anladığı anlamdan birtakım farklar olduğu muhakkaktır. Aslında İslam toplumu ifadesi, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün insanları İslam ortak paydasında toplayan, ortak paydası İslam olan bir toplumdur. Ancak bu, İslam toplumunda İslam’ı benimsemeyen fikir, ideoloji ve dinlere hayat hakkı olmadığı anlamına gelmez. Tıpkı Hz. Peygamber döneminden başlayarak tarih boyunca ve bugün de olduğu gibi, İslam dünyasında çeşitli din ve inanç sahiplerinin de Müslümanlarla beraber kardeşçe varlıklarını sürdürmüş ve sürdürmekte olmaları gibi. Şu anda İslam dünyasının hemen her yerinde Bütün mezhepleriyle Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Zerdüşt, Budist, v.b. din mensupları ile ateist, marksist, liberal, solcu, sosyal demokrat v.b. ideoloji mensuplarının varlıklarını –en azından bazısı sosyolojik açıdan İslam toplumu sayılan -Türkiye, İran, Mısır, Suriye, Lübnan, Fas, Yemen, Pakistan, Malezya v.b. İslam toplumlarında sürdürmekte olduklarını da hatırlamakta yarar vardır.
Üstteki sorunun ışığında; modern dünyada bu kavram nasıl yorumlanmalıdır. Meselâ saf veya homojen bir ‘İslâm Toplumu’ mümkün müdür? Yoksa bir ‘Ütopya’ mıdır?
Hayri Kırbaşoğlu : Sorunun cevabı aslında içinde gizli. Bırakın modern dünyayı Hz. Peygamber döneminde bile saf ve homojen bir İslam toplumu değil, Müslümanların ve İslam’ın egemen olduğu bir toplum söz konusuydu. Ama İslam ve Müslümanlar açısından egemenlik kendi dışındaki farklılıkların yok sayılması gerektiği anlamına gelmemektedir.
Toplumu da oluşturan tabii ki bireylerdir. İslâm nazarında toplum, genel bir vasıf mıdır yoksa özel bir alanı mı kastetmektedir? Bir anlamda şunu sormak istiyorum; İslam’ın yaşanması için tüm niteliklerini İslam’dan alan ‘bir toplumun’ varlığı şart mıdır?
Hayri Kırbaşoğlu : Elbette bu sorunun ciddi olarak tartışılması gereken yeni açılımlara zemin hazırladığını göz ardı etmemek gerekir. Zira önce İslam ve toplum kavramlarından ne anlaşıldığını açık bir şekilde ortaya koymakla işe başlamak gerekir. Çünkü genellikle İslam’ın hazır, verili, komple ve her asırda olduğu gibi uygulanabilecek bir paket program olarak algılandığı malumdur, ama onun keşfedilecek, yeniden yorumlanacak, daha da önemlisi günümüze yeniden uyarlanarak uygulanması gereken, yani geçmişte olmuş bitmiş değil, gelecekte keşif ve inşa edilecek bir ideal olduğu pek az bilinir.
Böyle olunca da, sadece kendi aralarında Müslümanların oluşturacağı toplumlara değil, bütün yeryüzüne egemen olması için gönderilmiş olan İslam’ın kıyamete kadar geçerli bu iddiasının slogan ve söylemlerden ziyade, orta ve uzun vadeli planlı, programlı ve koordineli dev çabaları gerektirdiğini söylemek dürüstlüğün bir gereğidir. İslam hayatın her alanını kuşatan komple bir programın adıdır ve bugün hayatın her alanında İslam’ın bizden neyi, niçin ve nasıl istediği sorularına cevap bulmadan bu ideale doğru mesafe kat etmek neredeyse imkânsızdır. Bu işin zorluğunu görmek için İslamizasyon politikaları uygulama iddiasıyla yola çıkan bazı İslam ülkelerininin, uluslar arası, siyasi, idari, ekonomik, hukuki ve kültürel alanda karşılaştıkları derin krizlere bir göz atmak yararlı olabilir.
Carî şartlarla birlikte düşünüldüğünde (genel olarak) Müslümanların ‘İslâm Toplumu’ algıları ne durumdadır?
Hayri Kırbaşoğlu : Şu anda İslam dünyası Batılı emperyalist güçlerin sürekli boy hedefi olmuş ve bu amaçla da planlı olarak sürekli – ya kendileri ya da uzantıları olan yerli yönetici elitler tarafından -hırpalanmış olan “Ümmet Bilincini” yeniden restore edip ayağa kaldırma çabası içerisinde görünmektedir ve bu yüzyılda başlarımıza gelenlerin de ana sebebi budur. Ancak bu toparlanma çabası yönetimlerden ziyade yönetilenlerden, geniş sessiz çoğunluktan gelmektedir ve bu geniş kitleler kendilerine rehberlik edecek ihlâslı ve adanmış gerçek İslam entelektüellerine muhtaçtır. Özetle İslam Dünyası daha da Müslümanlaşmak istemekte, ama iç ve dış mihraklar bunu engellemek için işbirliği yapmaktadırlar.
Bu bağlamda, belki de içinde yaşadığı toplumdan farklılaşmak adına S. Kutup’un yaptığı “cahiliyye toplumu” tanımlamasını biliyoruz. Seyyid Kutup’un bundan ne amaçladığıyla beraber bugün için böylesi tanımlamalara yaklaşımımız ne olmalıdır?
Hayri Kırbaşoğlu : Bu tanımlamanın özellikle küresel ölçekte giderek daha da doğruluk payının arttığını söylemek pek de yanlış sayılmaz. Nitekim İslam ülkelerine Batı’nın bulaştırdığı milliyetçilik, bölgecilik, ırkçılık v.b. ideolojiler gibi tehlikeli mikropların İslam Dünyasının başına hala neler açtığını yaşıyorken, küresel kapitalizmin yol açtığı vahşet gözümüzün önünde iken, İslam-kapitalizm çatışmasına dikkat çekip, ayrıca İslam’da Sosyal Adalet’i yazan Seyid Kutub’un haksız olduğunu ileri sürmek o kadar kolay olmasa gerektir.(Bu konuda Sünnet’ten Çağa Elli iki Mesaj adlı çalışmamızın Cahiliye ve İslam başlıklı 5. bölüme de bakılabilir.)
Müslümanların içerisinde yaşadıkları toplumdaki cehd-u gayretleri, hangi sabitelerden hareketle üretilmeli/yürütülmelidir?
Hayri Kırbaşoğlu :Müslümanlar, bilhassa nominal veya kültürel Müslümanlardan ziyade İslam’ın bugünü ve geleceği derdiyle dertlenen gerçek Müslümanlar, öncelikle İslam’ın ne olduğu konusunda bilimsel bilgiye ve eleştirel yönteme dayalı bir keşif ve yeniden inşa sürecine süratle girmelidirler. Aslında bu süreç son dönemde Afgani, Abduh, İkbal, Akif gibi şahsiyetlerle başlatılmış ve devam etmekte olan bir süreçtir. Şu anda bu çizgideki gelişmeler bir yandan devam ederken, diğer yandan da bu çizginin toplumsal tabana yayılmasını sağlama yolunda çalışmak gerektiği çok açıktır. Sabiteler ve değişmez ilkeler meselesi de bu süreçte hala tartışılmakta olan bir konudur ve bu alanda oldukça önemli adımlar da atılmıştır. Çağdaş İslam Düşüncesi alanında oluşan muazzam literatürde bu konuda yeterli malzeme fazlasıyla mevcuttur.
Öngörülen toplumsal yapıda siyasî bilinçlenme nasıl teşekkül etmelidir? Yoğun bir siyasî gündemin olduğu bugünkü gibi bir süreçte sağlıklı siyasî bilinçlenme tartışmaları ve zemini teşekkül edebilir mi? Hangi ilkeleri koruyarak yapılmalıdır bu konuşma ve tartışmalar?
Hayri Kırbaşoğlu : Bu noktada ilk yapılması gereken İslam’ı yeryüzüne yönelik ilahi bir BÜYÜK SİYASET olarak algılayıp, gündemimizin ilk sırasına yerleştirmekle başlayabiliriz. Ardından günlük kısır siyasi faaliyetler dahil, toplumsal alandaki gelişmeler karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı açık ve net olarak ortaya koymamız lazımdır. Bundan sonra ise ulaşılması gereken hedeflere hangi usul ve yöntemlerle yönelmemiz gerektiğini tartışmamız gerekir. Bu konuda verilecek cevaplar çeşitli bölgeler ve ülkelere göre birtakım farklılıklar arz edebilirse de, ortak paydada buluştuktan sonra İslam dünyası ölçeğinde bir koordinasyon ve işbirliği içerisine girilmelidir. Bu amaçla şimdiden İslam Dünyasının dillerini – bilhassa Arapça ve Farsçayı – iyi bilen idealist ve iyi yetişmiş ilim ve fikir adamları, entelektüeller, yazarlar, sanatçılar, gazeteciler ve benzerlerinden oluşan bir münevverler ordusunun yetiştirilmesi için gereken adımları atmak gerekir. Ülkemizdeki kısır particilik şeklindeki dar siyaset anlayışına da, bu Büyük Siyaset’in değerleri açısından yaklaşmak ve bu kirlenmiş siyaseti, temiz ve ahlaklı bir fazilet mücadelesine çevirmenin mücadelesini vermekle işe başlamak, sonra da bu toplumun çimentosu olarak İslam’ın, müspet veya menfi yönden araç olarak kullanılmasına son vermek için toplumun bilinçlendirilmesine yönelmek gerekir.
Türk siyasî hayatının vazgeçilmezi ve bugün olduğu gibi toplumu derinden etkileyen bir husus, partiler… Bu anlamda geçmişte Müslümanların hassasiyetlerini koruduğuna inanılan partiler de gelip geçti. Bugün için, tam bahsettiğimiz gibi olup olmadığı bir yana, AKP gibi bir gerçek var önümüzde. ( Kâh ehven-i şer kâh Müslümanların temsilcisi olarak nitelendiriliyor AKP) AKP’ nin ve benzeri oluşumların siyasal sürece yönelik artıları ve eksileri nelerdir?
Hayri Kırbaşoğlu : Bu konuda şahsi yaklaşımımın hemen her konuda eleştirel olduğunu söyleyebilirim. Bu amaçla gerek Arapça, gerek Türkçe olarak yayımlanmış yazılarım da mevcuttur. Ancak siyasetin şu anda geldiği nokta, milletin iradesine ipotek koyanlara karşı milletin kendi iradesini güçlü bir biçimde ortaya koyması mücadelesine dönüşmüştür. Fakat genel olarak bütün partileriyle, hatta parti gibi çalışan birtakım kurumlarıyla siyasetin en temel problemi kirlenmiş olması ve ahlak’ın siyaset lügatinden adeta silinmiş olmasıdır. Ama siyasi hayatımızda İslam sürekli bir rant ve istismar aracı olarak kullanılagelmiştir, bazıları tarafından savunulması adına, bazıları tarafından da tehdit olarak gösterilip hücum edilmesi sureti ile!
Parlamenter mücadele vermek veya günün konusu olan ‘demokrasi’ üzerinden konuşmak, haklarını savunmak, mücadele etmek noktasında bizim yaklaşımımız ne olmalıdır?
Hayri Kırbaşoğlu : Aslında bir önceki cevapta, bir nebze, bu soruya dair ipuçları da sunulmuş bulunmaktadır. Mamafih, Demokrasiye veya parlamenter sisteme soğuk bakan İslami kesimler söylem dışında maalesef bir alternatif model önerisi sunamamışlar, böyle bir modeli siyaset bilimi dili ile formüle edememişlerdir. Dolayısıyla şu anda demokrasinin eleştirilecek pek çok yönü olmakla beraber, yine de rakipsiz bir durumda varlığını sürdürmektedir. En azından İslami kesimlerin temsili demokrasiye karşı doğrudan demokrasinin imkânlarını tartışmaları iyi bir başlangıç olabilirdi.
Siyasî bilinç oluşturmak ve Müslümanca bir siyaseti üretmek ve uygulamak adına STK’ların imkânları nelerdir? Türkiye’de Müslümanların bu noktalarda makul ve aktif bir yaklaşım ve hareket tarzı ortaya koyduğundan bahsedebilir miyiz?
Hayri Kırbaşoğlu : Elbette hayır, zira her konuda olduğu gibi Müslümanlar kopyalama işleminden öte pek fazla bir şey yapamamaktadırlar. Demokrasi gibi sivil toplum da bize Batı’dan ithal edilen bir ithal üründür, fakat daha iyi yerli bir ürün ortaya konamadığından o da rakipsiz görünmektedir. Ülkemizdeki Müslümanların STK alanında başarılı olabilmesi için önce “ortak akıl- istişare-meşveret-özeleştiri-muhalefet” gibi kavramları içselleştirebilecek bir olgunluğa erişmeleri gerekir.
Bir toplumsal yapının ana kodlarını vermesi açısından ‘Hars’ kavramı ışığında, Müslümanların yaşadıkları toplumlarda bireylerin karakterinde öncelenmesi gereken ‘olmazsa olmaz’lar neler olmalıdır?
Müslümanlar arası birliği sağlamak ve bunu sağlam bir zeminde yaşatmak için bugün yapılması gerekenler nelerdir? Özellikle aynı toplumda yaşayan Müslümanların birlikteliği anlamında?
Hayri Kırbaşoğlu : İslam Dünyasının geleceğine ilişkin toplumsal problemlerin çözümünü artık yönetimlerden beklememek gerektiğini öğrenmiş olmamız gerekir. Zira büyük çoğunluğu ya kendi tahtını düşünen ve bu uğurda Batılı yeni sömürgecilerle işbirliği yapan ya da kendi milletlerine zulmedip onlara baskı yapan yönetimleri kurtuluş ümidi olarak görmek için insanın basiretinin tamamen kapanmış olması gerekir. Bu durumda İslam Dünyasının sessiz çoğunluğunu oluşturan geniş kitlelerin bilinçlendirilmesi ve yönetimlere baskı uygulayarak yönetimde, yönetenlerin değil yönetilenlerin iradesinin esas alındığı bir model ortaya koymak veya bu uğurda çaba sarf etmek en makul çıkış yolu olarak gözükmektedir. Bu noktada – bilhassa Müslümanların birliğini sağlamak için, mezhep, meşrep, tarikat, cemaat, ırk, cinsiyet veya sınıf farklarını parçalayıcı olmaktan çıkarıp bir zenginlik olarak gören bir İslami bakış açısını yaygınlaştırıp egemen kılmak, bu amaçla da, sınır tanımayan doktorlar nitelemesine benzer şekilde “ sınır tanımayan Müslümanlar” olarak, İslam dünyasının diğer bölgeleriyle yakın bir tanışma ve işbirliği için kolları hemen sıvamakla işe başlayabiliriz.