BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Radyo Barış Röportaj: Hayri Kırbaşoğlu ile Söyleşi

Röportaj: Mahmut Eraslan ve Ümit Sefil – Radyo Barış- Adana

Mahmut Eraslan: Konuğumuz stüdyomuzda. Sn hocam Hayri Kırbaşoğlu kim, yine sizi sizden öğrenelim. Dinleyicilerimiz sizden dinlesinler buyurun hocam.

Hayri Kırbaşoğlu: Güzel memleketimizin en güzel bölgelerinden biri olan Adana’nın güzel insanlarına selam aleykum diyerek, Hayırlı sabahlar diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Bizi Adana’nın bu güzel insanlarıyla buluşturma imkanı sağlayan Radyo Barış’a teşekkür ederek ve böyle bir faaliyet sürdürdüğü için Radyo Barış’ı tebrik ederek sözlerime başlamak istiyorum
Manisa doğumluyum. Ankara üniversitesi ilahiyat fakültesini bitirdim. 1973 yılında girdiğim fakültede 36 yıldır bulunaktayı. Mezuniyetimden sonra da bütün kariyerimi bu fakültede yaptım. Hadis anabilim dalında öğretim üyesiyim. Temel amacım (ilahiyat fakültesindeki temel amacım) İslamı öğrenmek idi. İmam hatip çıkışlı olamadım. Lise fen kollu çıkışlı olmama rağmen islamı öğrenmek amacıyla ilahiyat fakültelerine gitmeyi düşündüm sonra akdemiysen olmaya karar verdim ve bu çerçevede de en önemlisi İslam dünyasının İslam düşüncesinin problemlerini sünnet hadis alanında olduğunu gördüğüm için o alanı bilinçli olarak seçtim ve kendi projem dahilinde çalışmalarıma devam ediyorum. Sünnet ve hadisin meselelerinin çözümüne ne katkıda bulunabilirim diye çalışmamız devam ediyor. Bu çerçevede ülkemizde İslam düşüncesinin meselelerinin çözümü ve İslam ülkelerindeki İslam düşüncesi alanındaki gelişmeleri ülkemize aktarmak amacıyla da 20 senedir bir İslami dergicilik faaliyetimiz de var. 10 sene İslami araştırmaları dergisini çıkaran grup 15 kişilik bir akademisyen grubu. Büyük çoğunluğu Ankara ilahiyatta. 10 senedir de İslamiyat adlı bir dergiyi çıkarıyoruz. Ayrıca kitabiyat yayınları adı altında bir yayın faaliyetimiz var. Ancak her iki faaliyetimiz bir duraksama dönemi içerisinde. Bir krizle karşı karşıya ancak 10 senedir bu hizmetlere kesintisiz devam ettik. Son beş yıl içerisinde de doğu konferansı faaliyeti içerisinde aktif olarak hareket ediyorum. Doğu konferansı girişimi de Irak’ın işgalinin hemen akabinde ülkemizde vicdanı henüz ölmemiş İslamcı solcu liberal, herkesin (alevi, Sünni) bütün kesimden entelektüellerin yer aldığı bir hareket bunlar. Amerika’nın bölgeye yönelik emperyalist çabalarına karşı İslam ülkesi aydınlarının doğrudan birbirlerini tanımalarını hedef alan, Özellikle Türkiye’deki sürekli bakışları batıya çevrilmiş olan entelektüellerin Doğuyu, İslam coğrafyasını doğrudan tanımalarını, oradaki entelektüellerle doğrudan irtibata geçmelerini hedefleyen bir kuruluş. Bunu bu çerçevede de 5 senedir Ortadoğu’da hemen bütün ülkelerde çeşitli bilimsel toplantılara, sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine katılıyorum. Türkiye’deki gelişmeleri oraya aktarmaya, oradaki gelişmeleri memleketime aktarmaya çalışıyorum. Bu çerçevede özellikle çağdaş İslam düşüncesiyle de yakından ilgilenmek zorunda kaldım. Yani ana dalımız hadis –sünnet olmakla birlikte çağdaş İslam düşüncesindeki Afganiden bu yana son 100 yılda olan bütün gelişmeleri elden geldikçe tanımaya takip etmeye çalışıyorum. Doğu konferansı girişimi vesilesiyle yaptığım ziyaretler dolayısıyla da bu bölgelerdeki yeni yeni entelektüellerle tanışıp onları keşfetme, eserlerini tanıma imkânı ortaya çıkıyor. Hedefim bunları elimdeki birikimleri Türkiye’ye aktarmayı mümkün kılacak bir takım sivil kurumsal yapıların oluşturulmasını sağlamak. Adana’da’ da Adana’ya da yakışan böyle bir bilgiyi merkeze alan bir sivil kuruluşa fevkalade ihtiyaç var. Adana’da potansiyelleri var bunların. Ola ki dinleyicilerimizden buna buna gönül verenler çıkabilir onun için Adana’nın Türkiye ile İslam dünyası arasındaki irtibatı yürüten çok önemli bir merkez olma potansiyelleri maddi-manevi var. Bunu da yakın bir zam anda Cenabı Hak hayata geçirmeyi nasip eder, bu program da İnşallah buna bir vesile teşkil eder.

Eraslan: Sevgili Ümit, bu soruyu paslamak için soruyorum. Hayri Hocamı kısaca tanıdık. Peki siz Hayri Hoca’yı hangi amaç, hangi niyet ve nereye dikkat çekmek için çağırdınız ve konferansın içeriği ne olacak?

Ümit Sefil: Konferansımızın başlığı Hz. Peygamber (s.a.v)’in çağın mesajları. Hayri hocam’ın bu anlamdaki, bizim açımızdaki en belirgin özelliği, Hz. Peygamber (s.a.v)’in 1400 yıl önce söylediklerinden bugün bizim payımıza düşenler nedir nedir, bunun tespiti için, hocamızın ağzından duymak için buraya davet ettik. Ben de buradan hareketle ilk sorumu yönelteyim.

Bugün, Hz. Peygamber’in bir bir rahmet peygamberi olduğu zikrediliyor. Böyle bir siyer de var, Nedvi’nin (Allah razı olsun). Hz. Peygamber sadece bir rahmet peygamberi mi? Özellikle 21. yy’da Hz. Peygamber’in hangi yönü bizim için elzemdir, biz hangi yönüne veya yönlerine muhtacız?

Hayri Kırbaşoğlu: Evet, bu zaten, bam teli veya özün özü diyebileceğimiz temel soru bu zaten. Bunun cevabını gerek Kuran’dan gerek Hz. Peygamber’in hayatına bakarak ve hatta peygamberlik müessesesini hatırlayacak olursak amacını kolaylıkla anlayabiliriz. Birincisi Hz. Peygamber’in son peygamber olması itibariyle aynı zamanda Kuran’ın da kendisine yüklediği görev itibariyle misyonu bütün insanlığı muhatap almıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber, Kuran’ı Kerim’in halife dediği Cenabı Hakk’ın iradesini yeryüzünde gerçekleştirecek olan insan tipinin bir prototipidir. Hz. Peygamber kendi döneminde Allah’ın iradesine aykırı plan yeryüzündeki gelişmelere karşı mücadele edip, tarihin akışını Allah’ın iradesi doğrultusunda gerçekleştirmek için mücadele vermiş ve Allah’ın mesajını tarihe tutturmuş, bunun akabinde de bir sürü medeniyetin kurulmasına zemin hazırlamış bir insan. Şimdi bugün de, Hz. Peygamberin gerçekleştirdiğini 21. yy. Şartlarında aynen gerçekleştirmek lazım. Ancak Hz. Peygamber’in kendisi sağ olmadığı için, onun bu misyonunu ümmeti Muhammed üstlenmiş durumda. Yani peygamber makamına gayib olan Ümmeti Muhammeddir. Ümmeti Muhammed’in de tabi içerisinde bu işi daha iyi bilen ilim ve fikir erbabıdır yanı entellektüellerdir, yani ulemasıdır, yani aydınlarıdır, varisleridir. Dolayısıyla peygamberimiz nasıl yeryüzünü ve tarihin akışını Allah’ın iradesi iradesi doğrultusunda mücadele vermişse bugün de yapılacak olan budur. Yani mesela Hugo Chavez’in söylediği şu sözü her Müslüman’ın söylemesidir. Hugo Chavez der ki: ‘’Dünya’da olup biten her şey benim için önemlidir ve Dünya’da olup biten her şey beni ilgilendirir’’. Yani Müslüman Dünya’nın neresinde olursa olsun olan bitenlere seyirci değil, bunları takip eden, değerlendiren ve müdahil olan, daha da önemlisi bütün insanlığa rehberlik edecek bir topluluk, ümmet oluşturmak zorunda. “siz insanlık için çıkarılmış en önemli ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükle de mücadele eder yasaklar ve Allah’a da inanırsınız.” Şimdi burda, mesela yeryüzünde insanın hayatına son vermek veya katliamlar yapmak, işgaller yapmak. Bundan daha büyük bir münker tasavvur edilebilir mi? Yani adi cinayetleri bırakın, efendim , Irak’ta 1,5 milyon insan öldü, Afrika’da, Bosna Hersek’te 300 bin insan öldü, en yakında Gazze’de işte bir kaç bin insan , müslüman katledildi. Ve 1.5 milyarlık islam dünyası sadece seyretti, engelleyemedi. Bakın ,tepki verdi, bağırdı, çağırdı ama engelleyemedi. Yani bu katliamlar sadece Müslümanlara değil, Ruanda’daki katliamlar, Nagazaki, Hiroşoma, başka yerde olabilecek, yani bütün bunları engelleyecek bir sistemi dünyada kurmayı başarmadıkça müslümanlar sorumludur. Allah herkesin bilgisine ve yetkisine göre herkese hesap soracaktır. Çünkü bir başka ayette de şöyle buyrulmaktadır: Bimillahirrahmanirrahim ”Biz sizi vasat, dengeli bir ümmet yaptık ki, insanlar üzerine şahit olasınız, Allah Rasulü de size şahitlik etsin.” Seyyit Kutup FİZİLALİ KURAN’da derki bu şahitliğin amacı müslümanlar bütün insanlığa daima her şeyin en iyi ve doğrusunu vermek zorundadır. Mesela doğru siyaset, siyasetin doğrusu nedir? Doğru bir model. Bugün en iyisi demokrasi deniyor. Ama demokrasiden daha doğrusunu icat edip bütün insanlığın istifadesine sunmak. Adalet, hem bireysel planda, toplumsal planda, bölgesel planda, küresel planda, Uluslararası ilişkilerde adalet ilkesinin hakim olması lazım. Bugün televizyonlarımızda siyasi mahiyetli programları izleyin, Türkiye Cumhuriyeti’nin politikacıları ve dış politika bilen sözüm ona uzmanları bile hep şunu diyorlar: Dış politikada esas çıkar. Çıkar kadar iğrenç bir kelime olamaz, çıkar demek kavga demektir. Çünkü çıkarlar sürekli çatışır. Hiç dış politikada adalet egemen olmalıdır diyeni duymadım bugüne kadar. Halbuki İslam’ın en temel prensibi adalettir. Adalet sadece Müslümanlar için değil. Yeryüzündeki bütün insanlar içindir. Daha da özetle insanların yeryüzünde insan gibi yaşayacağı, can güvenliği, mal güvenliği, eğitim, sağlık, temel haklarından yararlanabileceği, insana yaraşır bir hayatın yeryüzünün tamamında tesis edilmesi, tabi kaynakların adil bir biçimde insanların istifadesine sunulması, Roger Garaudy’in tabiriyle gezegenin ve insanlığın yok oluşuna yol açacak baş döndörücü kontrolsüz bir, ne pahasına olursa olsun gelişme modelinin süratle terk edilmesi ve bunun yerine hem gezegeni, hem insanlığı yok oluştan kurtaracak daha insani sürdürülebilir bir insani modelinin insanlığa sunulması ve nükleer silahlardan tutun da çevre meselelerine, ekonomik bakımdan Kuzey yarım küreyle güney yarım küre arasındaki adaletsizliklere, Türkiye’deki vergi adaletsizliğinden hem verginin toplanması hemde verginin dağılımı arasındaki adaletsizliklere varıncaya kadar tüketim toplumunu tüketim çılgınlığına, ahlaki alandaki dejenereyasyona varıncaya kadar bütün yeryüzündeki olan biten her şeyin sorumlusunun Müslümanlar olduğuna ve bunları çözmenin Müslümanın görevi olduğuna inanmak ve bunun için HAYATINI VAKFETMEK BENCE BUGÜN TEMEL sorulması gereken şey bu. Bize de bugün düşen görev de bu yönde adım atmak. Başaramasak bile Cenabı Hak bize kıyamet günü sorduğunda: Ben, sizi ümmet olarak bütün insanlığa yön vermek için seçtim. Seçilmiş bir ümmetsiniz. Peki siz buna karşı ne yaptınız? Siz Amerika’nın insanlığı ataşe veren bu uygulamasına karşı ne yaptınız? Kendi ülkenizde yöneticilerinizin yaptığı yanlışlıklara, haksızlıklara, zulümlere karşı ne yaptınız? İslam ülkelerinde, Mağrip’ten Endonezya’ya; Orta Asya’dan Afrika’nın içlerine kadar biliyorsunuz hep despot yönetimler var. Bunlara karşı daha geniş katılımcı şura prensibini hayata geçirmek için ne yaptınız, ne mücadelesi verdiniz?.. Bütün bunların hepsinin hesabını Cenabı Hak herkese dediğim gibi bilgisine ve yetkisine göre tekrar soracak. Bugün müslümanlığın anlamı tekrar söylüyorum: Dış dünyayı allahın iradesi istikametinde değiştirme projesidir. Eğer müslümanlığımız dış dünyayı değiştirmiyorda mevcut dünyada ki bozuk düzene bizi eklemleyen birşeyse o dinin allahın indirdiği din olmadığını bunun Ali Şeriati’nin tabiryle ‘karşı din’ olduğunu bilmekte ve bu perspektiften islamiyeti yeniden değerlendirmekte yarar vardır. Benim bütün mücadelem buna yönelik.

Ümit Sefil: Adaletin bizim üzerimizde yüklediği sorumluluklar kadar özgürlükler üzerinde de var değil mi hocam?

Kırbaşoğlu:kesinlikle mesela la ikra ha fiddin ayetinde de din özgürlüğü olarak burda herhangi bir dinde bütün dinleri inanç özgürlüğü keza mesela kölelikle ilgili işte Mısır Valisi zamanında Hıristiyan Kıptiler, Müslüman olmaya başlayınca cizye geliri düşer vali bunu engellmeye çalışıyor bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz mi? İsmini tam hatırlamadım ama mektup yazıyor belkide Hz. Ömer de olabilir. Hz. Ömer işte siz anneleri babaları efendim hür doğmuş olan o insanları ne zamanda beri köleleştirir oldunuz veya bunların köle kalmalarına veya Hıristiyanların kendi dinlerinde kalmalarına itiraz eder oldunuz! Diye burada bizzatihi Hz. Peygamber’in mücadelesi, mekkedeki bugünkü küresel emperyallerin kurduğu dünyadaki globalleşme adı altındaki sistemin küçük bir modeli. Mekke oligarşisi vardı mekke ekonomisi bunların elindeydi, siyaset yönü bunların elindeydi, din bunların elindeydi kabe putlarla doldurulmuştu dolayısyla bunların toplumu kölelik sistemiydi. İstedikleri gibi kullanıyorlardı. Zulmün haddi hesabı yoktu yaşlı, kadın, zavallı insanlar hak hukuk arayamıyordu. Bugün de daha büyük ölçeklisini yaşıyoruz. İşte dediğim gibi bugünde üçyüz bin insanı Nagazaki, Hiroşomada ki insanları gözlerini kırpmadan öldürdü bir medeniyet adına. Son elli yılda batı medeniyetinin özellikle katlettiği insan sayısı 27-30 milyon civarında olduğu hesaplanıyor. Yani bu Nagazaki, Vietnamdaki, onu, bunu toplarsanız Ruandası, Cezayir de işte istiklal savaşı Çanakkale bunları eklerseniz yaklaşık 30 milyona yakın bir rakam. Bakın bu artık insanlığın insanlıktan çıkmak üzere olduğu bir süreç ve bunuda durduracak yine Roger Garaudy’in ifadesiyle; İnsanlığın önünde umut ışığı olacak başka bir medeniyette yok; çünkü zaten bunu icra eden Yahudi-Hıristiyan kökenli roma paganlığıyla harmanlanmış mayasında batı medeniyeti ve sekülarizm budur. Bunlar insan merkezlidir, insanın ilahlaştırılması dır. İnsanın hevesleri, tutkuları, itirasları sonuna kadar dizginleri bırakılmıştır. Bu aç gözlülükle 27’de birine sahip olan Amerika petrolun dörtte birini tüketmekte. Fikret Başkaya’nın dediği gibi kapitalizm zorunlu olarak emperyalist olmak zorundadır. Bu hayat tarzını sürdürmek için ırak işgal etmeleri gerekmektedir. Afganistanı, Pakitastanı şimdi gündemde o vardır. Gazzeyi bu sürecin önünde dikebilecek tek direniş olarak islam dünyası vardır. Bunların önünde tehdit olarak durmaktadır. Bunun işini bitirmeleri gerekir. Bir başka tehdit de batı için özellikle Latin Amerikadaki direniş hareketleridir. Biliyorsunuz İslam dünyası ile bir yakınlaşma içerisinde bunlar. Velhasılı bu kesimlerin yeryüzünde, yeryüzünü ateşe veren emellerinin ve gerçekleştirilmesi önünde büyük bir engeldir ki bütün özgürlükçü hareketler bastırılmak istenemektedir. İşte bu noktada İslamın bir özgürlükçü proje haline getirilmesi hatta bunun İslam Dünyası tabiri ile mukavemet yani bir direniş teolojisine bir direniş İslamına çevrilmesi lazım. Şuan da Lübnan’da Mısır’da bir çok İslam ülkesi bu yönde hem teorik hemde sivil toplumun düzeyinde fiili çaba var ve bu çabaların hemen hemen hepsine fiilen Türkiye’den katılıyorum. Türkiye’de de bence müslümanlığı artık Türkiye’deki İslama, İslami değerlere ve insani değerlere karşı açılmış olan ve küreselleşme neoliberalizm veya küresel kapitalizm adı altında yürütülen savaşa karşı bir direniş ittifakının Türkiye’de kurulması lazım. Bunun için Müslümanlar önderlik edecek ama bunun bu projede solcu, liberal, alevi, milliyetçi, sünni, dinli, dinsiz her kesime açık olması lazım. Herkese ihtiyaç var. Ahlakı olan vicdanı ölmemiş olan herkes dini, ideolojisi, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun bu projede yer almalı kimisi çevrecilik adına bunu yapabilir kimisi marksizim adına yapabilir kimisi milliyetçilik adına yapabilir. Kimisi İslam adına yapabilir ama önemli olan bu yeryüzünü tekrar söyleyelim gezegeni ve insanlığı tehdit eden bu gelişmelere karşı vicdanı ölmemiş sağduyulu bütün kesimlerin ortak olarak hareket etmesi lazım. İslam dünyasında bunun çok örneği var yani HILFIL FUDUL mantığı. Türkiye’de de böyle bir yaklaşımın sergilenmesi lazım. Bizeyakın zamana kadar sen sağcısın, sen solcusun, sen alevisin parçaladılar. Dış güçlerin özellikle emperyal güçlerin ve veya Türkiye’de statikoyu kendi istedikleri gibi sürdürmek isteyen güçlerin parçaladıklarını biz birleştirmeliyiz. Bunu farklılıklarımızı yok etme anlamında değil sadece ortak paydalarımızda buluşarak eylem üzerinden. Kuşkusuz farklılıklarımız olacaktır. Gündelik hayatta birbirimizden çok farklı olabiliriz. ama hepizimi ilgilendiren ortak hedeflerimiz, ortak endişelerimiz var. Bunların etrafında bir araya gelip dediğim gibi yer yüzünde daha özgür daha adil, daha insani daha İslami bir hayatın egemen olması için mücadele etmek bence bugün İslamın anlamı budur. Ve bu anlamdada İslam ümmetine inanılmaz ağırlıkta ”senin sırtını, belini büken o yükten”ayetinden bahsedilmektedir. Bu yük şu anda Ümmeti Muhammed’in sırtında. Bazıları yanlız bu yükün farkında değil. Müslüman kardeşlerimize sırtlarında cenabı hakkın çok ciddi bir yük yüklediğini fark etmeleri için onlara uyarıda bulunmak ta gerekiyor. Bu program belki buna vesile olur. Rahatları, ezberleri bozmak için böyle İslami bir hareketliliğe ihtiyaç var.

Eraslan: Şöyle mi diyelim hadisi anlamak İslamı anlamak mıdır? Yoksa az öncede vurgu yaptınız İslamı doğru anlamak ve şöyle birşey söylediniz:’Bildiğimiz, İslam diyebildiğimiz bir çok şeyi terketmemiz gerekiyor diye’ bir ifadeniz oldu. Yani bunla neyi kastediyorsunuz? Bunu Türkiye ile de sınırlamadınız. Hepsini toptan soralım tekrar. İslamı nasıl doğru anlarız bunu tekrar açar mısınız?

Kırbaşoğlu: Şimdi tabi kavramlar, sistemler, yorumlar bunlar her birisi kendi dönemi ihtiyaçlarına cevap verir. Ve o dönemin izlerini taşır. Şimdi bizim müslümanlığımızın Türkiye’deki (bu islam dünyasında da söz konusu)bizim müslümanlığımız büyük ölçüde atalarımızdan devraldığımız ancak geçmiş çağlarda üretilmiş olan bir takım fikirlerin bugüne herhangi bir güncelleme yapmadan aynen tekrarlanması. Yani basit bir örnek vermek gerekirse ilmihallerimiz, namaz hocaları mesela hepimizin İslamı öğrendiği eserler. Bu eserlerin hemen hemen tamamı 8 -10 asır önce arapça konuşan ve orta çağ şartlarında takas ekonomisin egemen olduğu Padişahların, Sultanların yaşadığı böyle bir siyasi yapıda o şartlara cevap vermek için yazılmış eserler. Şimdi mesela pratik olsun diye Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalinden bir örnek verelim: İlmihal 500 sayfadır, bunun yarısı namazla ilgilidir. Halbuki İslami öğretide namazın yeri bu kadar yarı yarıya değildir. Ama bu kitapta İslamın şartı beş gibi ciddi bir yanlıştan hareket edilmiştir. İslamın şartı beş değildir aslında. Hep bize böyle öğretildi İslamın şartı beş; ama eleştirel düşünceyi eğer benimser metni dikkatli okursanız hakkaten diyosunuz biz bunu niye görmemişiz bu kadar. Çünkü rivayette diyor ki İslam beş esas üzerine kurulmuştur. Bu şuna benzer:Caminin kubbesini ayakta tutan beş sütun; fakat bina fiilini kullanıyor Hz. Peygamber. Bina diyebilmek için sadece beş sütun yetmiyor. Beş sütun sadece Nasrettin hoca’nın türbesi gibi olur. Sütunun yanında çatı, duvar, sıva, doğrama, mobilya, badana o halde İslamin şartı beş çok ciddi bir şehir efsanesi bu birkere yanlış. İslamın şartı nedir İslamın şartı dediğiniz zaman mesela Çukurova Erdem platformuna üye olmanın şartı şu; bu şartları yerine getirdiğiniz zaman üye oluyorsun. Şimdi İslamın şartı beş dediğin zaman bu beş şartı yerine getiren müslüman oluyor. Halbuki oluyor mu? Hayır. Şimdi Kuran-ı Kerim’de diyor ki mesela hatta bizim elimizde şu anda öyle bir haritada yok mesela ben şimdi sorsam allamelere de soralım, şu anda en büyük İslam alimi kimse dünya da onuda çağıralım şöyle bir sorunun cevabı var mı ben şüpheliyim. Kuran-ı Kerim’de Allah bizden neler yapmamızı istiyor. Nasıl düşünmemizi, neye inanmamızı neler yapmamızı istiyor. Nasıl düşünmememizi, nelere inanmamamızı neleri yapmamamızı istiyor. Böyle bir liste var mı? Liste olarak. Ben göremedim kitapta bu var ama liste olarak var mı? 1 2 3 4 5 6 7 8… yok. Şimdi 32 farz 54 farz o zamanın ihtiyacı çerçevesinde gençlere, çocuklara medresede okulda pratik bilgiler olarak okutulmuş. Yoksa 32 değil 54 değil nitekim Osmanlı kültürü içerisinde oluşmuş olan bu 32 ve 54 farzın metinleri içerisinde cihat yoktur mesela. Yoktur çünkü o görevi Osmanlı İmparatorluğu yaptığı için halka aktarılmasına gerek görülmemiştir. Ama bugün çok farklı bir dönemde yaşıyoruz. Yoksa ne 32 ne 54 farz mutlak anlamda doğru değil Kuran’daki bütün emirler İslamın şartıdır. Kuran’daki ve Sünnetteki bütün yasaklar Müslüman olmanın şartıdır. Müslümanlar bunların hepsini yerine getirmekle mükelleftir. Dolayısıyla mesele burda. Başka işte biz 250 sayfa namazla haydi namazı anlattın. Bu namazın ne anlama geliyor? Her bir hareketimiz, kıyam, rukü, sücut, tahiyat bunun bir fenomalolojik dediğimiz bir hikmeti diye var mı bir şey orda? o kadar cılız ki. Halbu ki bizim ilmihallerimiz yatıp kalkma talimhatnamesi değildir. Mesela namazın bir araç olduğunu namazda asıl olanın bizi kötülüklerden alı koyması olduğunu her cuma hocalarımızın hutbede okuduğu ” innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker ”ayetini merkez alarak namazı yorumladığını görebilirmiyiz? Göremezsiniz. Hatta orada garip şeylerde vardır. Mesela on sayfa zelletül kari dediğimiz falan ayetteki falan harfi şöyle değil böyle okursa ne olur falan yani bunların hepsi anadili arapça olan arapçayı bilen ve bir kelimeyi yanlış okuduğunda mana değişir mi değişmez mi buna bağlı olarakta namaz bozulur mu bozulmaz mı bunu bilecek insanlar için yazılmıştır. Ama rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen bu kitaplardan aynen aktardığı için bugün hangi cami cemaati Felak, Nas sürelerindeki peltek z’yi keskin z olarak okuduğundan bunu mana değişir mi değişmez mi kim ne biliyor. Hocalarımızın çoğu bilmemektedir. Arapça bilmiyorsa bilmez. Hafız olsada bilmez. O halde bazı şeylerimizi değiştirmemiz gerekiyor. Kavramlar; şimdi takva kelimesini tasavufi çevrelerde kılı kırk yarmak, titiz davranmak ama Toshiku İzitsu’nun kitaplarını okuyun (onun büyük ihtimalle müslüman olduğuda söyleniyor). Onun için ben ona rahmet okuyorum zaman zaman. Onun kitabını okuyun takva her müslümanda olan vasıf. Onun için Kuran’da müttakiler, nehirlerin aktığı bahçelerdedirler ayetinın anlamı şöyle değil. Yani dini konuda titiz davrananlar kılıkırk yaranlar cennetlik değil. Hayır müttaki demek günahlardan sakınan demek. Yani günahlardan sakınan her müslüman demek. Faiz yemeyen, içki içmeyen, adam öldürmeyen, hırsızlık etmeyen, zina etmeyen her müslüman müttakidir. Özel bir sınıfın adı değildir. Ama biz verayla takvayı birbirine karıştırdık. Bizim takva dediğimizin adı aslında veradır. İnce eleyip sık dokumak mesela. Bu kavramlarımızın hepsini yeniden ele almak lazım. İlmihal bilgileriniz, önceliklerimiz mesela bizim müslümanlığımız namaz – abdest ağırlıklı. Ama salih ameller katagorisinde siyaseti birinci sıraya yerleştiren bir ilmihal gördünüz mü? Hayır. Çünkü siyaset hep particilik olarak anlaşılmış. Ama İslamın bizzatihi siyaset olduğu anlatılmamış. İslam demek yeryüzüne yönelik cenabı hakkın siyaseti demektir.

Eraslan: Çok konuşuluyor, dinleniyor ama okunmuyor demiştiniz, bugün güncellenmesi gereken İslami bilgiler, şimdi kim yapacak bunları okuyalım ama bunları kimler yapıyor?

Kırbaşoğlu: İlahiyatçıları sıkıştırmak için çok iyi bir soru bu konuda bende size katılıyorum. Tabi ki ilim ehli yapacak.

Eraslan:Bu arayış bendede var ama çok şükür bu değil. Güncelleme açısından bende kendimi yenilemek istiyorum. Burdan bize bi kanal açın ne yapalım hocam?

Kırbaşoğlu:Temel problem bu. hayati görev zaten bu. Evet hocayız ama aynı zamanda babayız. Benimde çocuklarım büyüdü. Şimdi müslümanlığı öğretmem gerekiyor. Kitap arıyorum ona bakıyorum beğenmiyorum buna bakıyorum beğenmiyorum. Hocalarımın yazdıklarına bakıyorum bunlarda eskiler gibi yazmış velhasıl aradım ettim. Doğru düzgün bir kitap bulamadım. O yüzden 4-5 sene öncesinde önce bu ilmihallerle ilgili bir eleştiri yazdım ”İlmihâl Dindarlığının İmkânı Üzerine” diye. İslamiyat dergisinin adı Türkiye dindarlığı sayısında yayınladı. Sonra bir takım televizyon kanallarında iskele sancakta falan gündeme geldi tartışıldı. Ordada beni sıkıştırdılar. Senin bana sorduğun gibi hoca sen eleştiriyosun ama yaptığın bir şey yok. Dediler ve orda zorla ağzımdan bir ilmihal gibi birşey yazmak içi söz aldılar 4 –5 sene önce. Fakat bu arada Doğu Konferansı gibi birşeyler araya girdi. Girince geçikti. Ama cenab-ı hakka hamd olsun kaba olarak bitirdim. Şu anda radaksiyon safhasında güze insanlarımızın istifadesine sunacağız. Aslında piyasada güzel kitaplar var. Şimdi tevhid kavramı en hayati öneme haiz kavram dır. Tevhitle ilgili klasik dönemde ulemamızın bütün yazdıklarını toplayın bir tarafa koyun (bunların hepsi kendi dönemi içindir). Birde rahmetli İsmail Raci Faruki’nin Tevhid kitabını alın bir tarafa koyun. Hiç bir fark göremezsiniz ama 21.yy Tevhid nasıl yorumlanmalıdır diyorsanız İsmail Raci Faruki’nin Tevhid kitabında olduğu gibi. Ama bu kitabı doğru dürüst çevirmesini bile beceremedik. Berbat bir çeviri vaktim olsa ilk yapacağım iş bu kitabı İngilizceden yeniden çevirmek. Kitabın başlığı bile katliam ”İslam ve İslamın hayat ve düşünceyle bağlantısı”. Tevhid ve hayat ve düşünceyle bağlantısı diyor. Ama tercümesi sadece tevhid rahmetli Faruki orda düşünce ve hayatın her alanına yansıması nedir? Yani ekonomide tevdid ne anlama gelir benim için. siyasette, sannatta, kültürde ne anlama geliyor. Şu ana kadar İslam dünyasında bu kitabı aşan ikinci bir kitap henüz ben görmedim. Ama birazda derinleştirmek istiyorsun diyelim. Bize hep allah, allah’ın sıfatları, zati sıfatları, subuti sıfatları falandır. Bunlar Kuran’da olmayan kelamcıların yaptığı tashifler. Ama kuran’daki Allah tasavvurunun ağırlıklı rengi boyası nedir? Kadiri mutlak olmak mıdır, adalet midir mesela? Bunu konu edinen ve Davud Rehber’in god of justice diye 300 – 400 sayfalık yazılmış bir kitap var. 1960 da Hollanda’da Leydin’de biri tarafından yazılmış. God of justice (adalet tanrısı) kitabın yaklaşık 100 sayfası meal ve meaili tek tek kendisi yapıyor. Bu kitabı halkı bırakın ilahiyat camiasının haberi yok. Tam 49 sene önce basılmış. Tek aradığı şey Kuran’ın tanrısı nasıl? Ve adalet tanrısı olduğu kanısında. Bu çok önemli biz sünni gelenekten geldiğimiz için bizde Allah kadir-i mutlaktır. Allah kadiri mutlaksa sultanlar, yöneticiler Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Allah kadir-i mutlak olunca gölgeleride kadir-i mutlak olunca yeryüzünde hepsi despota dönüyor. Siz Emevilerden bu yana İslamda yönetimin temel bir prensibinin şura olduğunu söyleyebilir misiniz? Hayır tek adam kellesini vuran dedimi gidiyor. Bunun neresi Müslümanlık. Öte yandan yine biz yönetimle ilgili olarak baktığımız zaman şura ilkesinin bir mekanizma ilkesi haline getirilerek Hz. Peygamber döneminden daha gelişmiş bir model haline getirilip demokrasiden de ileri doğrudan katılımcı bir yönetim modeli haline getirememişiz. Demokrasi halkın katılımı demek. Ama bu temsili olduğu için yani biz bizi temsil edecekleri seçiyoruz. Halbu ki müslüman olarak peşine düşmesi gereken hedef bunda araçları kaldırarak doğrudan ben nasıl katılabilirim. Batı da bunların hesabı yapılıyor. ama Müslümanlar ellerinde inanılmaz değerler olduğu halde bunları bir türlü modele dönüştüremiyoruz. Dolayısılyla biz iyi bir okuyucu olursak İsmail Faruki’nin kitabını herkesin okuması lazım. Mesela benim söylediklerimi ben söyleyince belki etkisi olmayabilir. Ama Bakın Aliya ne diyor; İslam Dekarasyonu diye bir kitabı var. Müslüman’ım diyen herkesin özellikle entelektüel olduğu iddasındasında bulunan herkesin mutlaka okuması gereken bir başka kitap. Kitabın ikinci bölümünün adı ‘’Müslüman Halkların İslamlaştırılması’’ işte benim dediğimi diyor. Biz Müslüman olduğumuzu zannediyoruz. Ama Aliya hayır siz Müslüman değilsiniz diyor, siz Müslüman olmaya muhtaç insanlarsınız. Bunun ne anlama geldiğini dinleyicilerimiz o kitabı okuyarak anlayabilirler. Aliya İzzetbegoviç İslam dünyasının son dönemde yetiştirdiği birinci sınıf kafa ve dünya da 2-3 türü kalan bilge kral dediğimiz hem siyasetçi hem felsefeci hem entelektüel olan bir kaç adamdan bir tanesidir. Allah rahmet eylesin. Bunların hepsini gerçekleştirmemiz gereken konular. Bu noktada Afganiden bu yana son yüzyılda inanılmaz üretim ve birikim var. Fakat biz dini genel halk kesimlerine yön veren ulema dediğimiz muhafazakar olduğu için cemaatler, tarikat gurupları buralarda okumaya düşünceye fazla yer yok. Çünkü cemaat liderleri ne derse emir komutudur. Ona inanıyorsun Şeyh ne derse onu yapıyorsun. Onun dışında Kuran’da ne diyor? Sünnette ne diyor? Faruki ne diyor? Garudy ne diyor? Cabiri ne diyor? Bunlar hiç okunmaz. Böyle oluncada tek tip yukardan aşağıya emir komuta zinciri ile birer fabrikasyon tipler çıkıyor. Düşünen bir insan değil. Bunlar sadece kölelik sistemiyle dönüşüyor. Yukarı ne denirse o. Bu yüzdende hatırlarsanız Adana’da örnegi belki çoktur. Eski reis-i Cumhurlarımızdan bir tanesi siyasi parti lideriyken seçim zamanı tek tek cemeatlarla oturur. Kontejandan ayırır, pazarlık eder. Bir kesimin blok olarak gelmesi kölelik demektir. Yani ben bir kanaat liderinin peşinden gitmem. Memleketin geleceği için illede niye onun partisine oy veriyim. Hz. Peygamber’in ashabına bakın her biri ayrı bir telden çalar. Her birinin ayrı yeteneği ayrı kabiliyeti ayrı bakışı. Ebuzerde vardır, Osman’da vardır Hz. Ömer’de vardır, Ebubekir’de vardır. Kimisi mülayimdir kimisi yumuşaktır kimisi mücadeleci, kimisi derviş kılıklıdır. Her biri ayrı bir zengilliktir. İşte asr-ı saadet bunların oluşturduğu bir tablodur. Yani bir tabloda nasıl ki çeşitli renklergörürsünüz böyle bir şey. Şimdi ise tek tipleştiriliyor. Bunları kırmanın yolu da okumak. BİR MÜSLÜMAN MÜSLÜMAN OLDUĞUNU KABUL ediyor da din bilgisi sadece kendi mensubu bulunduğu cevreden ve anneden babadan ya da kulaktan duyma bilgilerden ibaretse hele hele cenabı hakkın bütün insanlığı hidayet rehberi olarak gönderdiği kuranı ömründe bir defa anlamak için eline kalem kağıt not defteri alıp allah bana burda ne görev verdi bu ödevleri ben buraya yazıyım, ders çalışır gibi yapmazsa o zaman biz Müslümanlık konusunda çok ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıyayız demektir. Kuran okumakta yetmiyor daha önceki ulemaların dediği gibi okuyupta farklı anlaşılabilir mi birde ben bunu kendim anlayım veya anlamadığım yerleri hocalara sorayım diyerek acaba bu Kuran günümüzde benim için ne ifade ediyor. Bunu anlama çabası içine girmiyorsak ölü gözle okuduğumuz zaman bir çok şeyi göremeyiz. İşte şura ayeti hafızlarımız binlerce defa hatim indiriyorlar. Her gün okuyoruz ama hiç kimse ya bu bizi Mağrip’ten Endenozya’ya Orta Asyadan Yemen’e Afrikanın içlerine kadar niye İslam ülkeleri yöneticileri hepsi despot yönetimler bu soruyu kimse sormuyor.
Hiç bir İslami hareket cemaat ve tarikat bundan rahatsız değil. Veya ben bu lidere niye körü körüne itaat ediyim. Allah Resulü bile kendisine körü körüne itaati emretmemiştir. Sahabey-i kiram, Allah Resulü adım atacağı zaman özellikle toplumu ilgilendiren konularda sorardı ya Resulullah bu vahiy mi yoksa kendi kanaatiniz mi? Eğer Allahın emri ise baş üstüne derdi. Eğer Peygamberin kanaati ise şöyle değilde şöyle şöyle yapalım derdi. Allah Resulünde bile mutlak itaat söz konusu değildir. İlk Müslüman Hz. Ebubekir ve Hz. Hatice değil Resulullah’tır. Peygamberin ailesi, sahabelere İslam toplumu diyoruz. Sünnet bu kurucu tercübenin tamamıdır. Yani sahabenin rolüde önemlidir. Peygamberimizin onlarla, kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla ilişkileri siyaset ekonomi, savunma, askeri eğitim bu ilişkiler ağının tamamıdır sünnet. O sistemi 21. yy şartlarında yaşamak bize zor geldiği için tembellik yapıp ordaki hayatın tıpkısının kolayımıza geldiği için alıyoruz. Bu selefi kardeşlerimizin düştüğü bir hatadır. O zaman İslamı, Müslümanları on dört asır geri götürürsünüz. Körfez ülkelerinde bir çok selefi arkadaşların yaptığı gibi Peygamberimiz namazı sandaletle kıldı diyerek bizde namazı öyle kılalım diyerek camilerden halıları kaldıralım bidattır toprak zeminde kılalım sandaletle kılalım deyip bunu sünnet adına savunan insanlarla karşılaşırsınız. Nasıl ki Peygamber efendimiz zamanındaki hayat tarzını değiştirmek için geldiyse bugün İslam günümüzde 21.yy. Şartlarını değiştirmek üzere devreye sokulması gereken bir ilahi siyaset ve mütekamil bir projedir. Namaz, ibadet ayıramazsın ya vardır ya yoktur.

Ümit Sefil: Şunu söylemek mümkün mü hocam; ikiliyi veya üçlülüğün dörtlülüğün olmadığı yani bir Müslüman için hayat bir dir. Dini hayat, ladini hayat, iş hayatı, şu hayatı bu hayatı değil tek bir hayat yaşıyor.

Kırbaşoğlu: Kesinlikle. Herşeye söyleyecek sözü var İslamın. İktisattan siyasate, sanattan eğitime, aileden her alana söyleyecek sözü var. Ancak Hz. Ali’nin bir sözü de var: Kuran konuşmaz, onu konuşturacak olan insanlardır. Biz Kuranı konuşturmak zorundayız. İşte islam ulemasının, entelektüellerinin görevi bu. Şimdi Taberi, Buhari, Ebu Hanefe, İmamı Malik Kuran’ı kendi dönemlerinde konuşturdular. Şimdi onların konuşturduklarını papağan gibi tekrarlamak İslam değil. Biz onlar nasıl ki kendi dönemlerinde konuşturdularsa bizde 21. yy.’ın şartlarına göre Kuranı ve Sünneti konuşturmamız lazım. İşte Müslümanları bekleyen bugünkü en önemli görev bu. Fakat İslam Dünyası henüz bu görevin yeterince farkında ve bilincinde olduğunu söylemek zor.

Eraslan: Hocam yeri geldiğinde radyoda benimde yapmama rağmen eleştirdiğim bir durum. Yani itaatın sınırını zorluyoruz şimdi burada ne yapmalı vasatı nasıl yakalamalıyız? Şimdi itaat eden ediyor emredende emrediyor. Peki bu işi nasıl çözeceğiz?

Kırbaşoğlu: İşte Kuran ve Sünnet. Kuranda kölelik sistemine dair birşey yok. Kuranda kölelik sistemi müşrik cahiliye zihniyetidir.”onlara Allahın indirdiğine gelin dendiği zaman onlar hayır biz atalarımızı ne üzeri bulduysak ona inanırız derler. Peki ataları aklı ermeyen kafası çalışmayan yanlış yapan insanlarsa” İbni Teymiyenin benim öğrencilerime ilk derstte anlattığım bazı sloganik sözler var. İbni Teymiye der ki: ”Kuran dışında hatasız hiç bir kitap yoktur. İkincisi Hanifi mezhebine mensup olanlar için. İmam Azama soruluyor diyor ki: ”Ben bir konuda İslam ne diyor, önce kurana bakarım kuranda varsa başım üstüne yoksa Sünnete bakarım varsa başım üstüne yoksa sahabe fetvalarına bakarım onlardan aklıma yatanı alırım. Ondan sonra ise diyor onlar nasıl içtahat ettiyse bizde ederiz. Onlar adamsa bizde adamız. ”Yani otorite yok. İslamda din alanında otorite Kuran ve Sünnet. Onun dışında mutlak otorite ve itaat söz konusu değildir. Mutlak itaat sadece Allaha. Ulemamız Usulü Fıkıh uleması Allah Resulünün yapıp etmelerını çeşitli tasniflere tabi tutmuş. İnsan sıfatıyla yaptıkları beşer olarak yaptıkları peygamber sıfatıyla yaptıkları devlet bakanı sıfatı falan. Mesela insan sıfatıyla yaptıklarını Sünnet alanı dışında bırakmıştır. Yemesi içmesi oturması kalkması vs. bunlar Peygamber olmasa bile öyle davranmak zorunda olduğu şeyler. Ama din alanında yapıp etmeleri sonra devlet başkanı olarak yaptıkları var, bu bile tasnif edilmiş ise ve cenabı hakta peygamberimizi bazı durumlarda uyarıyorsa niçin şöyle yaptın, ganimetleri almamalıydın, önce düşmanın belini kırmalıydın, niye yüzünü çevirdin vb. hani biz hizmet diyoruz da hizmet tebliğdedir. Peygamber hiç hata yapmaz değil. Peygamber hata yapar, hata yapmalıdır ki insan oldukları anlaşılsın, ilahlaştırılmasın, putlaştırılmasın diye. Peygamberimizin bu konuda yapıp etmeleri bizim değerlendirmemiz için yapmamız gereken şey tekrar söylüyorum Kuran ve Sünnettir. Hz. Peygamberin hayatında her konuda çok örnekler var. Bunları birkere alacağız. Kimse bunların üzerinde olamaz. Kuranın tamamını inceleyin yönetimle ilgili bakın hepimizi ilgilendiren konularla ilgili Kuranın en büyük ilkesi itaat değil şuradadır. Eksikliğimiz şu biz şurayı tavsiye niteliğinde hep şimdiye kadar algılamışız. Yani şura yapar, imam veya lider veya şeyh veya üstad neyse sonra bildiğini okur. Hayır, şuranın sonucu bağlayıcıdır. Hani bir çok değiştirmemiz gereken Müslümanlıklar diyoruz ya peki nerden çıkarıyoruz ayetin bu lafzındaki analizinin ötesinde Hz. Peygamber hayatında 17-18 istişare yaptığı rivayeti vardır. Bu 17-18 istişarenin tamamına boyun eğmiştir Hz. Peygamber. Kararın yanlış olduğunu bile bile en tipik örneğide uhud savaşıdır. O halde biz oturup bütün Kuranı sistematiğini yeniden daha geniş katılımla daha özgürlükçü daha eleştirel onuda söyleyelim o zaman Kuranın mantığı eleştirelidr. Mesela eleştiri müşrikleri sarsar neye göre? Putlarla ilgili ya bunlar birşey konuşmuyolarda efendim İbrahim Peygamber örneğin tutunda Hz. Peygambere varıncaya kadar mesela sizin atalarınızın kafaları çalışmıyor gibi sürekli sorgulayıcıdır. Eleştirel mantık Kuran mantığıdır. Sorgulayıcı mantık delildir. Körükörüne itaatı Kuran istemez o yüzden bazı ulemamız taklidi imanı imandan saymaz. İmanını sen inşa edeceksin. Niçin Allaha inandığını kendini ikna edeceksin. Onun için Kuran sürekli teddebbür, tezekkür yani Kuranın methodu hüccet ve burhan dır taklit değildir. Ama bugün bizim Müslanlığıımız taklide dayalı onun için taklid ehli cahiliyenin şirk zihnıyetinin modelidir. Tahkik araştırma, sorgulama, tartışma ise İslamın methodu, Kuranın metodur cenabı hakkın tavsiyesidir. Onun için ancak bu noktada biz Sünneti algılarken bunun çekirdeğinde Kuranın olduğu unutmamak lazım yanı Sünnete uymak isteyen İslamı öğrenmek isteyen, Kuranı herşeyin birinci basamağı yapmalıdır. Hiç birşey Kurandan üstün olamaz. Hatta rivayetlerde, hadis kitabında, fıkıh kitabında, bir hocanın kitabında, tasavvuf kitabında, ne okursanız okuyun sürekli bunu Kuran mihengine, miyarına vurmak durumundasınız. Kurana aykırıysa İmamı Azam efendimizin dediği gibi diyeceksiniz Peygamber Kurana aykırı birşey söyleyemez. Söylerse zaten Peygamber olamaz der ‘’El Alim Vel Mütalim’’ kitabında. Dinleyicilerimizde İmamı Azamın bu kitabını okuyabilirler. Kuranla iç içe Kuranı merkeze alan ve 21. yüzyılda yeniden yorumlanacak formüle edilecek, geliştirelecek bir potansiyel evrensel bir İslam modeli. Ama şuandaki bizim bakışımız bundan bir hayli uzak. İnşallah bu toplantılar Adanadaki faaliyetler radyonuzun faliyetleri böyle bir gelişime inşallah zemin hazırlayacaktır. Benim bundan hiç bir kuşkum yok.

Eraslan: Hocam Türkiye’de geçmişe göre Peygamberi anlamak ona uymak anlamlandırmak çercevesinde güzel programlar yapılıyor. Ama en azından Adanada kutlu doğum münasabeti ile her hafta 3-4 tane program oldu ve Türkiye genelindede hakeza bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Kırbaşoğlu: Burda da biraz hafif eleştirel tabi hakkını vermek lazım. Birkere Peygamberimize yakın zamana kadar mevlid kandilleri okunurdu. Mevlid kandilide bakın hep bu yenilenme, uyarlama güncelleme için tipik bir örnek. Süleyman Çelebi kendi döneminin şartları için onu yazmıştır ve büyük ölçüde Süleyman Çelebinin muhaliyesinin ürünüdür. Gerçekliği yansıtmayan çok unusrlar içerir. Yani üç melek geldi elinden 3 alem dikildi bunların hiç biri siyer kitaplarında yok aslında. Süleyman Çelebinin mevlidinin kaynaklarıyla ilgili bir tez yaptırdım. Bunların çoğu bizim siyer kitaplarında olmayan şair olduğu için mahiyesi ile ilgili birşeyler. Peygamber efendimiz ve sünnetinin anlaşılması için gayet isabetli. Fakat herhalde biraz yorgunluk emareleleri başladı veya biraz resmi devlet protokolini andıran biraz hafif yavanlaşmaya maruz gösteren şablonlaşmış birer şeylere dönüştü yavaş yavaş. Mesela sevgi, gül, hoşgörü iyi de İslam hoşgörü olduğu kadar hor görüde niye zulmü nasıl hoşgöreceğiz. Peygamberimiz tatlı sevimli bir insan ama aynı zamanda zulme karşı kılıçı eline alıp savaşmış bir insan. Şimdi siz İslam Dünyasında Peygamberi anlatmak adına ‘’Emri bil Marufu’’ cihat kavramlarını lügattan çıkarırsanız ki bu tür çabalar oldu biliyorsunuz hatta ‘’İnned dîne indâllâhil İslâm’’ ayeti diyanetin listesinden çıkarıldı. Hutbelerde okunmaması için ABD’nin büyükelçisinin baskıları ve teşebbüsleri oldu. Şimdi siz İslam dünyasının geleceği ‘’Emri bil Maruf’’ ki din bu demektir özetle. Ve cihat ama bu kavramların anlatılmadığı bir Peygambere anlama kutlama programı yaptıgımız zamanı o zaman tekrar Ali Şeriatinin çok önemli bir kitabı karşı din dediğimiz Allahın indirdiği dine karşı statüyü koyup payandalayan bir din üretmiş olursunuz. O zaman ben diyanetin programlarında resmi bir kurum olduğu için çok beklentim yok artık. Ama bunun yerine sivil toplum örgütleri özellikle de sendikalar bu konuda aktif rol oynayabilirler. Nitekim son 3-5 senedir ben bir çok diyanet teşkilatına yakın müftü efendiler veya başkalarının daveti üzerine programalara katıldım. Fakat bu arkadaşlar benim arkadaşlarıma genelde diyanet sendikası veya benzeri sendikaların programlarına katıldım. Daha özgür daha sivil onun için kutlu doğum haftaları devam etmeli hatta kadir gecesini de Malezyada olduğu gibi Kuran haftasına çevirmeliyiz. Ordada Kuranın mesajını aktarmak için sivil toplum örgütleri programlar yapabilir. Ancak burada bilinenleri tekrarlayan hitabet değilde bilgi aktaran konuşmalara ihityaç var. Diyanet İşleri Teşkilatı maalesef pek etliye sütlüye karışmayan kurbağaları ürkütmemeye çalışan böyle tip bir program ve profili tercih ediyor tabi bu doğru değil. Bu hareketin doğrulara ihtiyacı var, doğrular bu memlekette zarar değil yarar getirir. Herkesin bilmesi lazım, bizi yöneten devlet erkanı, sivili, askeri ve halkın hepsinin bunu bilmesi lazım. Çünki din bizzatihi hayırdır. Hiç bir zaman kötülüğe şerre sonuç vermez alet olmaz. Din konusunda ki evhamlardan bu toplumun kurtulması lazım Diyanet İşleri Başkanlığı buna başta ön ayak olması gerekirken malesef çok tutuk davranıyor. Onun yerine biz sivil toplum örgütleri olarak bunu aşabiliriz. Nitekim bugün Adanada işte yapacağımız faaliyet bunun bir güzel örneği. Biz bu şekildeki sivil çabalarla Hz. Peygamberin iki temel mirası Kuranı kerim ve bu mirasın 21. yy. da ne anlama geldiğine dair, bu konuda üretilen fikirleri yani bilinenleri tekrarlananları, değil bunları aktarmak için bu haftaları kullanabilirz. En azından yeni genç nesiller Peygamberimizi tanımalı ancak bunun için dediğim gibi yapılan faliyettelerde bir genç böyle bir toplantıya katılmalı. Ben Hz. Peygambere niçin uymayılıyım? Gencin içinde bir aşk, şevk, ateş yakamıyoruz. Çünkü görevi salmak için yapıyoruz. Ama mesela ibret olsun diye bir Martin Lings’in Peygamberimizi anlatan güzel bir metni var. İslam Peygamberinden ben onu aldım (Hamidullah Hocanın) benim İslam düşüncesinde sünnet kitabında onu kullandım. Martin Lings Peygamberimizi nasıl anlatıyor bir bakın, birde bizim Müslümanların yazdıklarına bir bakın. Martin Lings benim gördüğüm 2-3 sayfalık mütiş bir metin.. Onun için biz bugün peygamberimiz bizim için ne anlam ifade ettigini yeni, genç nesiller birde insanlar artık cami cemaatı, ilkokul mezunu falan değil. Artık Türkiye’de bir ara sınıf doğdu. Bunlar üniversite okuyup, dünyayı tanıyor dilleri olan insanlar. İslam konusunda da yine inanılmaz bir litarütür var. Bunlar okuyor bilgileniyor dolayısıyla kutsal kitabı tarif etmeden intikal eden en şanslı ümmet İslam Ümmeti. Bu kitap elimizdde oldukça bizim üstesinden aşamayacağımız şey yoktur. Ancak bunu dediğim gibi Kuranı kerimin bizlere sunduğu bu değerler modelini geliştirmek bize ait bir görevdir. Kuranı kerim bir ansiklopedi değildir, Garudy’nin dediği gibi herşeyin çözümünüde size tek tek vermez. Bugün fakirlik meselesinin çözümü, işsizlik meselesinin çözümünü size ayet şöyle yapın demez. Sana sadece işsizliğin felsefesini verir. Model üretici olacaksın mesela nobel ödülü alan modeller geliştireceksin. Fakirlik meselesini, işsizlik meselesini çözmek Müslümanın temel görevi, bunun için sana ilham verir. Yol gösterir bakış acısı sunar ama modeller üretmek sana aittir. Daha adil bir üreteci modeli üretmek şura prensibimizin görevimizdir. Ama sana al model, bütün detayı ile demez Kuran. Ordan ilhamını alıp Mehmet Akif’in dediği gibi sen yapacaksın bu noktada sosyal bilimler, beşeri bilimler, siyaset, ekonomi ile ilahiyatçıların artık disiplinler arası ortak bir çalışma türüne girmeleri gerekir. Bizim bugün artık bu kırk elli yıllık işte bir 1950’li yıllardan sonra başlayan İslami canlanmadan sonra şu noktadan sonra dediğim gibi sosyal ve ilahiyat bilimlerinin bir araya gelerek bu memleketin aydınlarının bu toplum için bu toplumun temel değerlerine ters düşmeyen siyaset modeli ekonomik model, aile modeli, sanat vs. her alanda bir modeli bu topluma sunması lazım. Bundan sonra kutlu doğum haftalarına bu modeli ortaya koymak için birer adım olarak Kuran haftasını da yanına katmak lazım. Böyle bir işlevi oldugu için buna vesile olan insanları ben yine taktir ediyorum; ama biraz gevşeme var biraz hafif böyle sulanma var bu aradada biz cemaat olarak tekrar hatırlatıyorum. Muhalefet, eleştiri hoca efendi vaaz etti baktın ki vaaz yavan, hocam diyeceksin bak performansın düştü biz ciddi bir vaaz isteriz. Baktın hep aynı hocam 20 senedir hep aynı dinliyoruz bize Kurandan başka birşey yok mu veya her zamlı sure aynı sureler okuyor, hocam başka suremi kalmadı kuranda diyeceğiz. İlahiyatçılara da ya hoca diyeceğiz yani onları sıkıştırmakta bizim görevimiz tıpkı ashabı ikramın Hz. Peygamberden bir takım taleplerde bulunması gibi biz asrı saadette Kuranda dediğim gibi muhteşem modeller var bize düşen sadece o modellerin taklit edilip bugüne uyarlanması. İnşaallah dinleyicilerimizde bu bakış açısıyla yeniden Kurana yeniden Sünnete bakarlarsa aslında pek çok konuda kendi yolarını kendileri çizebilirler. Ama bu yönde kendilerine katkılada bulunabilecek muaazam bir literatür var. Türkçe’de bile ne olur ben dinleyicelere yalvarıyorum, ricam hem kendileri hem çocukları büyük küçük mutlaka ve mutlaka okuma alışkanılığını kazanmalılar. Artık sözlü kültürden vaaz kültüründen sohbet kültüründen çıkıp doğrudan kitap, özellikle araştırma niteliğinde, özellikle bilimsel araştırma niteliğindeki İslama dair eserlerden kendi Müslamanlığımızı, Kuranıda merkeze alarak inşa etme aşamasına geçmemiz gerekir. Çok geç bile kaldık inşaallah bu program ve bu kutlamalar, kutlu doğum haftaları böyle bir kırılmaya yeni bir başlangıca vesile olur cenabı haktan niyazımız bu.

Eraslan: Hocam çok teşekkür ederiz vaktimiz doldu. Dilinize yüreğinize sağlık.

Kırbaşoğlu: Buda bizim görevimiz. Sizlerde bu görevi yapış olduk. Bu gibi görevlere icabet etmek her zaman için ilim adamlarının fikir adamlarının görevidir. Onun için esas bana görevimi yapma imkanı sunduğunuz için ben sizlere teşekkür ederim.