BEGIN TYPING YOUR SEARCH ABOVE AND PRESS RETURN TO SEARCH. PRESS ESC TO CANCEL

Geniş Ufuk Röportaj: Türkiye, bir “tampon devlet” olmaktan öteye geçemez

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu Geniş Ufuk sitesinin sorularına cevap verdi.
İşte “İslam dünyasındaki düşünce sorunları”yla ilgili dosya çalışması bağlamında Hayri Kırbaşoğlu’yla yapılan o söyleşi:

1. IŞİD ve benzeri yapıları önleme konusunda İslam dünyasındaki aydınların ve düşünce adamlarının rolü ne olur, ne gibi adımlar atmalılar?

Bilindiği gibi Müslümanlara karşı ilk defa şiddete başvuran Hariciler(Havaric)den başlayarak günümüze kadar gelen bütün şiddet yanlısı dini hareketler çok büyük ölçüde avami hareketler olup gerçek ilim ve fikir adamlarının, daha doğrusu gerçek entelektüellerin önderliğinde ortaya çıkmış ve gelişmiş olanlar yok denecek kadar azdır. Günümüzdeki bu tür hareketlerin de özelliği ilim ve fikirden, özellikle eleştirel düşünceden fersah fersah uzak olmaları, hatta nefret etmeleridir. Dolayısıyla bu tür hareketlerin lider kadroları yarım yamalak dini bilgilerden yola çıktıkları için, başkalarından herhangi bir şey öğrenmeye ihtiyaçları yoktur. O yüzden bu gibi hareketlere karşı ilim ve fikir adamlarının yapacağı fazla bir şey yoktur, zira bu gibi kesimlerin bilgi, araştırma ve eleştiriye ihtiyacı yoktur. Bir başka ifadeyle onların hakikat arayışı gibi bir dertleri yoktur, çünkü hakikat onların –sadece onların – elindedir, kendileri dışındakilerin ise tamamı yanlış yoldadırlar.

İlim ve fikir adamlarının yapacakları pek fazla bir şey yoktur, zira gerçek ilim ve fikir adamlarının seslerini duyurabilecekleri özgür platformlar da yok denecek kadar azdır. Bilhassa medya, eğitim, ekonomi alanlarındaki imkânlar skolastik, dogmatik, despotik(muhalefet ve eleştiriden nefret eden) avami dini hareketlerin elinde olduğu, siyasi iktidarlar da bu kesimlerin nabzına göre şerbet verdiği için, bilhassa ülkemizde entelektüellerden bir şeyler yapmak isteyenler bile şu anda nisyana mahkûm edilmiş durumdadır; sosyal medya, toplantılar, makale ve kitap yazma gibi etki alanı dar girişimler ise oldukça cılız bir etkiye sahiptir.

Yine de gelişmeler karşısında sessiz kalmış olmamak için yukarıda işaret edilen kısıtlı imkânlara başvurmaktan başka çare görünmemektedir.

2. Müslümanların yeniden insanlığa örnek olması mümkün mü? Bunu sağlamanın yolu ve süresi nedir?

Bu çağın Müslümanlarından böyle bir şey beklemenin nafile olduğunu anlamak için allame olmaya gerek yoktur, etrafımıza bakmak bile yeterlidir. Daha acısı ortada olan İslam ve Müslümanlardan ziyade, Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” dediği bir olgudur. İslam Ümmeti’nin kendisine yüklenmiş olan evrensel misyonu yüklenebilecek bir hale gelmesi için önce Afgani, İkbal, Abduh, Akif, Malik b. Nebi, Musa Carullah, Rızaeddin b. Fahreddin, Aliya İzzetbegoviç, Ali Şeriati, Fazlurrahman, Perviz Manzur, Muhammed Âbid el-Cabiri, Hasan Hanefi, Nasr Hâmid Ebu Zeyd, Mahmud Taha, Münir Şefik, Muhammed İzzet Derveze, Nurettin Topçu gibi Kur’an ve Sünnet merkezli, tecdid ve içtihada dayalı, politik olarak muhalif entelektüel olarak eleştirel çizgiyi keşfetmesi, tanıması ve bu yöndeki çabaları yaygınlaştırması gerekir.

Bu hedefe ulaşmanın önündeki en büyük engel yukarıda işaret edilen avami egemen halk İslamı ile bu tür bir Müslümanlığı destekleyen siyasi iktidarlardır. Bu bakımdan toplumda “POLİTİK OLARAK MUHALİF – ENTELEKTÜEL OLARAK ELEŞTİREL” bir yaklaşım egemen kılınmadıkça, bu tür statükocu güçler böyle bir değişimi engellemek için elinden geleni yapacaklardır, tıpkı bugün memleketimizdeki sözüm ona İslami(!) statükonun şu anda yaptığı gibi. Bu noktada skolastik ve dogmatik zihniyetin egemen kılınması için YÖK’te felsefe ve diğer sorgulama nitelikli derslere karşı yapılmak istenen operasyon çok iyi bir örnektir. Bu operasyon gerçekleşseydi, yukarıdan beri şikâyet edip tedavi etmek için neler yapılması gerektiği sorulan zihniyet Türkiye’de tam anlamıyla egemen olacak ve bir cadı avı ya da engizisyon kapıya dayanacaktı. Tehlike hala geçmiş değil, zira bu dogmatik operasyonun sorumlularının YÖK’te söz sahibi yapılması için planların yapılmakta olduğuna dair duyumlar durumun hala vahametini koruduğunu gösterse gerektir.

3. İslam toplumlarındaki mezheplerin, ırkların, anlayışların birbiriyle çatışması gittikçe büyüyen bir sorun, bu sorunu engellemenin yolu nedir?

Yukarıda vurgulandığı üzere mevcut Müslümanlığın Müslümanlık olmadığını, tam tersine “Dine karşı Din” nitelemesine daha yakın bir şey olduğunu kabul ve itiraftan sonra, yine yukarıda adları verilen ve verilmeyen pek çok çağdaş İslam düşünürünün projesi olan “İSLAM’DA DİNİ DÜŞÜNCENİN YENİDEN İNŞASI”na girişmek için kolları sıvamaktır. Zira bugün şikâyet edilen bu gibi sıkıntıların temel kaynağı, işte İslam adına kitlelere enjekte edilen çarpık zihniyetlerdir. Bu zihniyetlerin derin etkisine İlahiyat fakülteleri kadar Diyanet teşkilatında, İmam-Hatipler kadar Kur’an Kurslarında, cemaat ve tarikatlar kadar çeşitli İslami dernek ve cemiyette rastlamak mümkündür. Dolayısıyla mevcut şartlarda ve kısa vadede bu konuda umut verici bir gelişme beklemek pek de gerçekçi değildir.

4. Eleştirel düşünme becerilerinin gelişmesi sizce İslam dünyasının önündeki yolu aydınlatır mı?

Kesinlikle aydınlatır. Elbette bu tek başına yeterli değilse de mutlaka gereklidir. Bir başka ifadeyle yeterli şart değilse de gerekli şarttır. Tabiatıyla bunun yanına yapıcı muhalefet düşüncesinin de mutlaka eklenmesi gerekir.

5. İslam dünyasında Batı’ya gelişmişlik kriterleri açısından alternatif bir ülke ya da bir anlayışın ortaya çıkması mümkün mü?

Mevcut şartlarda ve egemen paradigmaların baskısı altında bu mümkün değildir. Tam tersine İslam Dünyasının – tam da Batı’nın istediği gibi etnik ve dini taassup ve dogmatizm yüzünden – daha da parçalanması ihtimali fevkalade yüksektir. Bu durumda Batı’nın bu tür emperyalist emellerine yağ süren bir İslam Dünyasının ve İslam anlayışının gerçek anlamda İslam olamayacağını kabul ve itiraf etmek durumundayız.

6. Türkiye’nin Ortadoğu’da önemli bir güç olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer öyle değilse Davutoğlu’nun çabaları bunu sağlayacak mı?

Bilindiği kadarıyla başta İNCİRLİK olmak üzere 24 ABD üssünün bulunduğu söylenen, kontrolü hükümetin elinde olmayan 40 civarında nükleer başlığın bu topraklarda mevcut olduğu ileri sürülen, NATO gibi varlık sebebi ortadan kalkmış emperyalist bir örgüte üye olmakta devam eden, AB’ye girmeyi devlet politikası edinmiş olan, bölgedeki gelişmeler karşısında yeri geldiğinde hem ırkçı hem de mezhepçi politikalar izlemekten çekinmeyen bir iktidarın destek gördüğü bir Türkiye’nin, Ortadoğu’da olsa olsa Batı’nın izin verdiği ölçüde ve onların çıkarlarına ters düşmemek kaydıyla hareket edebilen bir “tampon devlet” olmaktan öteye geçemeyeceği pek çok siyasi analistin dile getirdiği bir husustur.

Davutoğlu’nun çabalarının “dağ fare doğurdu” tabirini hatırlatan bir süreç yaşadığı son yıllarda, yapılan ciddi eleştirilere kulak verilmedikçe, iktidar sarhoşluğu ve güç zehirlenmesi tedavi edilmedikçe, bölgedeki güç dengeleri – ne zaman nerede uzmanlaştığı belli olmayan ve eskilerin yeni yetme tabir ettiği kesimlerin heveskar ve cüretkârlarca değil – gerçek uzmanlarca ve gerçekçi bir şekilde tahlil edilmedikçe, teori ile pratik arasındaki açı farkı daha da artacak ve bölgede Türkiye’nin politikalarından duyulan ve giderek artan rahatsızlık ciddi boyutlara erişecektir.

7. Türkiye’de siyasi olarak bir tıkanmışlık, alternatifsizlik hali olduğunu düşünüyor musunuz, yeni bir siyasi hareket ve oluşum mümkün mü? Siyasetin tıkanmasının sonuçları ne olur?

Görüntüde böyle bir tıkanmanın olmadığı söylenebilirse de bu görüntünün aldatıcı olduğunu iddia edebilmek için elimizde yeterince veri olduğunu da dikkatlere sunmakta yarar vardır. Nitekim bu yöndeki değerlendirmelerimizi ÇAĞA DESTURSUZ GİRENLER adlı kitabımızda detaylı olarak sunma imkânı olduğu gibi, çıkış yolu konusunda bir fikir verebilecek tahlil ve öneriler de ÜÇÜNCÜ YOL MUKADDİMESİ adlı eserimizin ana konusunu oluşturmuştur.

Aktif siyasi girişim olarak Türkiye’nin ihtiyacı olan AHLAK EKSENLİ SİYASET kültürünü inşa etmek için birkaç yıl önce YENİ SİYASET GİRİŞİMİ adıyla, ağırlıklı olarak İslamcı ve Sosyalist entelektüellerin ortak çabası olan bir çalışma gurubu yola çıkmışsa da, daha sonra eski birkaç CHP milletvekili ile birlikte Ertuğrul Günay’ın AKP’ye geçmesi ile bu hareket akamete uğramıştır.

Bunun ardından aynı vizyonu benimseyen ve aynı nitelikteki kadroların çabası sonucu ortaya çıkan HASPARTİ girişimi de, Numan Kurtulmuş’un yanına eski Mili Görüşçüleri alarak yine AKP’ye geçmesi ile tekrar akamete uğramıştır.

Şu anda siyasetin en önemli çıkmazı ortada – ana ya da yavru olsun – , bir muhalefetin bulunmamasıdır ki, bu durum iktidarın da hata üzerine hata yapmasının başlıca sebepleri arasında yer almaktadır.

Ülkemiz siyasetinin yaşadığı bu tıkanma çok ciddi krizlere gebe olabilir, zira toplumda kamplaşma giderek artmakta ve keskinleşmekte, etnik ve mezhebi bağnazlıklar zayıflayacağına güçlenmekte, sonuçta potansiyel çatışmalara gebe fay hatları oluşmakta, bu denklemde bu zemini fırsat kollayan emperyal güçler de önemli bir rol oynamaktadır.

Bu şartlar değişmedikçe, ülkemizin geleceği – kırılgan bir sosyal ve ekonomik yapının bir anda sarsıntı geçirmesi ile – ciddi bir biçimde bir krizler yumağına dönüşebilir. Bu riski ortadan kaldırmak her zaman mümkün ise de, mevcut şartlarda ülkemizde yaşanan akıl tutulması ve toplumsal cinnet bu riski azaltmaktan ziyade arttırmaktadır.

Ülkemizin geleceği, dini, ırkı, mezhebi, bölgesi, dili, kültürü ve cinsiyeti ne olursa olsun, hiç kimsenin ayrıcalığa maruz kalmadığı, herkesin eşit vatandaşlar olarak muamele gördüğü, “KİM OLURSA OLSUN ZALİME, HAKSIZA VE HIRSIZA KARŞI; KİM OLURSA OLSUN MAZLUMDAN, SÖMÜRÜLENDEN VE EZİLENDEN YANA” sloganının bayraklaştırıldığı bir AHLAK TOPLUMU’nun ideal edinildiği bir HILFU’L-FUDUL yaklaşımına bağlıdır. Sadece ülkemizin değil bölgemizin ve gezegenimizin geleceği de böylesi bir insani – aynı zamanda İslami- bir projenin başarıya ulaşmasına bağlıdır. Bu şansı yakalamak herkesten önce Müslümanlar için acil bir görevdir.

Garaudy’nin dediği gibi gezegeni ve insanlığı yok oluşa götüren Batı tipi büyüme modeli – ki ülkemizin de siyasi, ekonomik, eğitim ve kültür modellerinin tamamen Batılı olduğu unutulmamalı- karşısında yegâne kurtuluş adacığı olarak İslam durmaktadır. Onun hemen bütün eserleri yanında GELECEĞİMİZDE İSLAM YATIYOR başlıklı eseri bu hakikati haykırışın en güzel örneklerinin başında gelir. Ancak yine unutulmamalıdır ki Garaudy’nin ümit ışığı olarak gördüğü İslam bizim Müslümanlığımız değil, yeniden inşa edilecek bir Müslümanlıktır. Tıpkı en-Nedvi’nin “İle’l-İslami min Cedîd(Yeniden İslam’a)” adlı eserinin başlığında, keza Aliya İzzetbegoviç’in İslami Deklarasyon kitabının bölüm başlıklarından olan “Islamization of the Muslim Peoples (Müslüman halkların İslamlaştırılması)” başlığında ifadesini bulan türden bir Müslümanlık. Afgani’den bu yana yüzlerce, binlerce çağdaş İslam düşünürü bu çağrıyı sürekli tekrarlamaktadır. Bu çağrıya kulak verip tarihe müdahil olmak da, kulak tıkayıp şimdi olduğu gibi tarihin nesnesi olarak kalmak da bizlerin elindedir.
İşte bu satırlar bir yüzyıldan daha fazla bir süredir tekrarlanan bu davete düşülmüş küçük bir dipnottur.

http://www.venharhaber.com/alinti-soylesi/hayri-kirbasoglu-turkiye-bir-tampon-devlet-olmaktan-oteye-gecemez-h8905.html