Hemen her vesileyle Türkiye ile İran arasındaki sınırın yaklaşık dört yüz yıl hiç değişmeksizin devamlılığını koruduğu gerçeği, sık sık her iki tarafça memnuniyetle,biraz da gururla dile getirilen bir husustur.Gerçekten de son yıllarda İran ile Türkiye arasında siyasi ,iktisadi ve güvenlik alanlarında görülen müspet gelişmeler,bu alanlarda yaşanan olumlu açılımlar hem her iki kardeş Müslüman ülke,hem de bölgedeki diğer İslam ülkeleri açısından fevkalade önemi haiz olan hususlardır.Bugüne kadarki sürece bakıldığında ,bu müspet gelişmelerin giderek artacağı,genişleyeceği ve güçleneceği konusunda zihinlerde herhangi bir şüpheye mahal bırakmamaktadır.
Siyasi,ekonomik ve güvenlik alanlarındaki bu sevindirici gelişmelere eşlik etmesi,hatta temel teşkil etmesi gereken kültürel ve ilmi ilişkilerin ise insanı sevindiren ve mutlu eden,hatta her iki kardeş ülkenin gurur duyacağı bir seviyede olmadığı da şüphe götürmez bir gerçektir.Bunda İslam ülkelerinin siyasilerinin,yöneticilerinin ve diplomatlarının siyaset ve ekonomiyi merkeze alan,bilim ve kültür alanlarının önemini,hem de siyaset ve ekonomiye nazaran hayati önemini kavra(ya)mamış olmaları,bu sebeple bilim ve kültür alanındaki ilişkileri önceli alanlar olarak gör(e)memeleri büyük rol oynamaktadır.Kuşkusuz bu alanda,bilim ve kültür insanlarının bu konuda yeterince aktif ve ısrarcı olmamalarının da payı yok değildir.
İşte İran ve Türkiye –aslında karşılıklı olarak neredeyse bütün İslam ülkeleri – arasındaki fevkalade cılız,dolayısıyla yetersiz düzeydeki bilimsel ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için, yönetici elitlerin adım atmasını beklemeksizin, sivil bir perspektiften hareketle, ama resmi yönetimleri de harekete geçirmek amacıyla sergilenecek olan girişimler ,bu konuda bir öncü rol oynayabilirler.
Bu bakış açısından hareketledir ki, öncelikli ve ağırlıklı olarak sosyal-beşeri ilimler alanında , özel olarak ta İslami ilimler ve İslam Düşüncesi, İslam Medeniyeti ve Kültürü alanlarında Türkiye ile İran arasındaki fevkalade cılız ilişkilerin nasıl istenen seviyeye, mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarılabileceği sorusunu soran herkesin ,kendi çapında bu konuda birtakım fiili adımlar atması mümkün ve gereklidir.
Bu noktada atılabilecek adımların ilki ise,hiç kuşku yok ki, karşılıklı tanışma olmalıdır.İran ve Türkiye’nin mensubu bulunduğu İslam medeniyetinin kurucu metni olan Kur’an-ı Kerim’de insanların farklı milletler ve kabileler şekline yaratılmış olmasının hikmetinin “ karşılıklı tanışma” şeklinde ifade edilmiş olması, bu iki Müslüman ülkenin-yöneticileri ve halklarıyla- bu konuda adım atmakla dinen de mükellef olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.
Ama bütün bunlar bir tarafa, yüzyıllardır fevkalade istikrarlı bir komşuluk ilişkisi sürdürme beceri ve başarısını göstermiş olan bu iki kardeş ülkenin, birbirlerini tanımaları,her iki ülkedeki ilmi ve kültürel gelişmelerden birbirlerini haberdar etmeleri,karşılıklı bilgi ve tecrübelerini paylaşmaları, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde olmaları,ortak projeler ve çalışmalar yürütmeleri gerektiği , en azından mantıki bir gereklilik olsa gerektir.Çünkü bilgi,ilim,kültür ve medeniyet alanındaki çabalar ve ortaya konan ürünler,bütün insanlığın ortak mirası olarak herkesin hizmetine ve istifadesine sunulmak durumundadır.
Bu gerçeklere rağmen, bu iki kardeş ülke arasındaki bilimsel ve kültürel ilişkilerin fevkalade yetersiz oluşu, hele iki ülke arasında 1959 yılında imzalanmış olan kültür anlaşmasının adeta askıya alınmışçasına bir tarafa bırakılmış olması kolay anlaşılır bir şey değildir.Aslında ortada uygulanmayı bekleyen elli yıllık bir antlaşmanın mevcudiyeti, bunun yanında , Türkiye’de bilhassa İslam devriminden sonra yakın yıllara kadar İran’a karşı sergilenen menfi politikaların sürdürülmemesi suretiyle sergilenen sağduyulu tavır, iki ülke arasındaki kültürel ve bilimsel ilişkilerin süratle geliştirilmesi için fevkalade uygun bir zeminin bulunduğunu da açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Bölgemizin ve İslam Dünyasının karşı karşıya bulunduğu tehditler ve riskler karşısında, bölge ülkelerinin, özellikle de bölgenin iki güçlü ülkesinin birbirleriyle yakınlaşması, siyasi,ekonomik ve güvenlik alanları yanında bilim ve kültür alanında da sıkı bir işbirliğine girmesi, bölgemizde ve İslam Dünyasında istikrarın sağlanmasına da son derece önemli katkılarda bulunacaktır.
İşte bu perspektiften hareketle,ama bu alanda resmi makamların gerekli adımları atmasını da beklemeksizin, bağımsız ve sivil akademisyenlerin de bu sürece katkıda bulunabileceğini ve öncülük rolünü oynayabileceğini göstermek üzere esasları aşağıda sunulan bir proje taslağı ilgili tarafların dikkatine sunulmaktadır:
İslami İlimler ve İslam Düşüncesi Alanında İran-Türk Ortak Girişimi
Başlangıç olarak İran ve Türkiye’den çalışma guruplarının yapacakları atölye çalışmaları ile her iki ülkedeki gelişmeleri ve elde edilen önemli sonuçları müzakere etmek en pratik adım olarak görünmektedir. Bu amaçla, her iki ülkede mesela Hadis ve Sünnet alanında en önemli gelişmeleri yansıtan a)makaleler b) telif eserler c) Y.Lisans ve Doktora tezleri d) bilimsel toplantılar e) eğitim-öğretim faaliyetleri her birisi bir bilim adamı tarafından değerlendirilerek “Arapça” bir metin halinde özetlenecek ve bu özetler bir araya gelen çalışma gurupları tarafından müzakere edilecektir.Gerek bu metinler ve gerekse yapılan müzakereler bir kitap haline getirilecek ve bilahare “Arapça,Farsça,Türkçe ve İngilizce” dillerinde yayımlanarak, sadece bu iki ülkenin değil,bütün İslam Dünyasının istifadesine sunulacaktır.Bu şekildeki atölye çalışmaları genişletilerek İslami ilimlerin ve İslam Düşüncesinin bütün alanlarına yayılacaktır.Bu çalışmalar gurupların belirleyeceği sıklıkta karşılıklı olarak İran ve Türkiye’de tekrarlanacaktır.Çalışma gurupları muhtemelen onar kişiyi aşmayacağından,bu faaliyetlerin finansmanı ciddi bir problem teşkil etmeyecektir.Şu anda Türkiye’deki çalışma gurubunun üyeleri belirlenmiş olup,çalışmalarını sürdürmektedirler. İran’da 8-l0 Mayıs,2009 tarihlerinde Kum kentinde yapılan görüşmeler sonucunda Câmiau’l-Mustafa, Dâru’l-Hadîs , Muessese-i Dâiratu’l-Maârif-i Fıkh-i İslâmî der mezhebi Ehl-i Beyt ve The Center for Islamic Studies and Researches(Defter-i Tebliğât-ı İslâmî) yetkilileri böyle bir çalışmaya hazır olduklarını belirtmişlerdir.Bu durumda her iki tarafın çalışma guruplarını nihai olarak belirleyip, bir çalışma takvimi üzerinde anlaşmaları gerektiği ortadadır.Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, İslami ilimlerin diğer dallarında da benzer adımların atılması durumunda bu çalışmaların kapsamlı bir ortak projeye dönüştürülmesi hiç te zor olmayacaktır.
Arap- Fars -Türk İşbirliği (المثلث العربى الفارسى التركى )
Son zamanlarda İslam Dünyasında Arap- Fars -Türk üçgeni dahilindeki bir işbirliği perspektifinden çokça söz edilmektedir.Bu perspektifin konumuza uygulanması durumunda,İran-Türk işbirliğine, Suriye,Lübnan,Mısır,Yemen v.d. Arap ülkelerindeki ilim adamlarının da katılması suretiyle bir Arap- Fars –Türk platformu tesisi de imkansız değildir.İslam ülkelerindeki bilimsel çalışmaların belli aralıklarla değerlendirildiği ve geleceğe yönelik plan ve projelerin yapıldığı böylesi bir platform aslında İslam Konferansı’na bağlı ISESCO veya İSLAM ÜNİVERSİTELER BİRLİĞİ tarafından gerçekleştirilmesi gereken bir faaliyet olduğu halde,bu yönde ciddi adımların atılmamış olması karşısında Arap – Fars –Türk Bilimsel ve Kültürel İşbirliği Platformu bu son derece önemli boşluğu doldurmaya da aday olabilecektir.