Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun yeni kitabı “Ahir Zaman İlmihali” YayınEvi Yayınlarından çıktı. Kitap, ilmihale geleneğine getirdiği yeni yöntem ile çok ses getireceğe benziyor.
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun yazdığı İlmihal, “Ahir Zaman İlmihali” adıyla YayınEvi Yayınlarından çıktı. İslam aksiyolojisi/ahlâkı ekseninde ortaya konulan çalışma birçok alanda ses getireceğe benziyor. Müslümanlara ait sorunlarının ustaca sunulduğu kitapta, klasik ilmihallerin ötesinde çok yeni bir yöntem ortaya konuluyor.
Kırbaşoğlu’nun modern insanın el kitabı niteliğindeki bu yeni kitabı, Hindistan ulemasından Şah Veliyyullah Dihlevi’nin “Hüccetullahil Baliğa” adlı kitabıyla ilmihale getirdiği yeni tarzın daha ileriye taşınmış bir hali olarak görülebilir.
Kırbaşoğlu kitabın girişinde şu ifadelere yer veriyor, “Ahir Zaman İlmihali, Ahir Zaman Müslümanlarının sorunlarını çözme çabasının bir ürünüdür. Bu nedenle bugünün Müslümanının hayatında artık yer edinmeyen hususlar ele alınmamıştır. Günümüzde daha önceki Müslümanların yaşamadığı birtakım yeni sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunların çözümünü İslamı anlatmak için ele alınan birçok eserde bulmak mümkün değil. Bu ilmihal, içinde bulunduğumuz zor zamanda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlıkla okurlarını tanıştırmayı amaçlamaktadır. Geçen yüzyılda yeni sorunlarla karşılaşan Müslümanlar, sorunları aşmaya dönük çeşitli çözüm önerilerini de ortaya koydular. Bu eser, çağdaş İslam düşüncesinin bugün geldiği noktayı da okurlarına aktarmaktadır. Bu çerçevede, çağdaş İslam düşüncesinin ürünü olan çeşitli eserlerden ve bilimsel araştırmalardan ilham alınmış ve yararlanılmıştır. Eser, İslami bilgi kaynakları sıralaması uyarınca Kuranı ilk ve en üst düzey kaynak kabul ederek Kuran merkezli bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. İkinci sırada yer alan Sünnet ise, asırlardan beri Müslümanlığımız içerisinde fiilen yaşanmak suretiyle sürdürülmekte olan fiilî mütevatir Sünnetlerin devam ettirilmesi şeklinde ele alınmıştır. Ülkemizde yaygın ve egemen olan geleneksel uygulamalar göz önüne alınmakla birlikte, eser herhangi bir mezhep veya meşrep esas alınarak kaleme alınmamıştır. Çeşitli görüş farklılıkları, ilgili sayfalarda küçük notlar hâlinde verilmiştir. Bu ilmihal, klasik İlmihal geleneğinde bir kırılma noktası olma ve İslamı bütün insanlık için kurtuluş ümidi olarak takdim edebilme idealinin ürünüdür.”
“ÂHİR ZAMAN İLMİHALİ”Nİ FARKLI KILAN NEDİR?
Bu eser hakkında yapılabilecek en özet değerlendirme onun “ilmihalden öte bir şey” olduğudur. Bu ise onun bugüne kadar yazılmış olan ilmihalleri de kapsamakla beraber, onlarda mevcut olmayan pek çok şeyi de bünyesinde barındırdığı anlamına gelmektedir. Önceki ilmihallerde olmayan ya da onlardan farklı olan, dolayısıyla AHİR ZAMAN İLMİHALİ’ni farklı kılan nedir?
1. ”Ahir Zaman İlmihali”, ilmihal kavramını dar anlamda ibadetlere ya da “İslam’ın şartı beştir.” gibi yanlış, temelsiz ve sağlıksız bir din tasavvuruna indirgeme çabalarına karşı “İlmihal”i hayatın bütün alanlarını kuşatacak şekilde gerçek boyutlarına taşıma çabasıdır.
2. “Ahir Zaman İlmihali”, Akaid (Metafizik) – Ahlak – İbadet –Muamelat (Normatif Düzenlemeler) şeklinde olması gereken İslami değerler hiyerarşisini ters yüz ve tepetaklak eden yerleşik ilmihal anlayışını tashih etme çabasıdır.
3. “Ahir Zaman İlmihali”, geçmiş yüzyılların ihtiyaçları göz önüne alınarak ve o zamanların şartlarında ortaya konmuş olan, üstelik günümüzün gerçekliği ile de ilgisi olmayan çözüm ve yorumların sürekli tekrarlandığı bir ilmihal geleneğine mukabil, bu tür bilgilerden arındırılmış, günümüzle ilgisi olmayan veya günümüzde uygulanma şansı bulunmayan hususları dışarıda bırakmayı amaçlamış olan, dolayısıyla sadece bu çağın ve şartlarının esas alındığı “güncel/aktüel” bir rehber olma iddiasından yola çıkmıştır.
4. “Ahir Zaman İlmihali”, namaz kılıp oruç tutan, ama çevresinde ve dış dünyada olup bitenleri sadece seyredip, bazen de söylenmekle yetinen “pasif” Müslüman tipinin yerine, kıldığı namazdan ve tuttuğu oruçtan ilham ve kuvvet alarak çevresindeki ve dış dünyasındaki olaylara müdahil olmak için harekete geçen, tepki veren, mücadele eden “aktif” bir Müslüman tipini ikame etmeyi ideal edinen bir bakış açısının ürünüdür.
5. Önceki ilmihaller, İslam’ın egemen olduğu dönemlerde kaleme alınmış eserlere dayanmaktadır. Halbuki içinde bulunduğumuz dönemde İslam hâkim değil mahkûm,özne değil nesne konumundadır. İslam dünyasının ciddi siyasi, ekonomik ve sosyal ve kültürel meydan okumalara, hatta tehditlere maruz kaldığı mevcut şartlarda, “Ahir Zaman İlmihali”, bu kırılma ve krizi aşmayı amaçlayan bir eser olma iddiasındadır. Bu bakımdan “Ahir Zaman İlmihali” için , “Zor Zamanların İlmihali” de denilebilir.
6. Önceki ilmihaller belli bir mezhep esas alınarak kaleme alındığı halde,”Ahir Zaman İlmihali” toplum(lar)da mevcut bütün uygulamalar ve yaşayan mezhepler hakkında bilgi vermeyi de amaçlayan bir eserdir.
7. Diğer ilmihallerin dili, güncelleştirilmemiş ve teknik terimlere boğulmuş bir durumda iken, bu eserde herkesin anlayabileceği bugüne ait bir dil ve üslup kullanılmıştır.
8. Bu eser aynı zamanda son yüzyılda Çağdaş İslam Düşüncesinin ortaya koymuş olduğu birikimi de olabildiğince sayfalarına yansıtma çabasıdır.
9. Bu eserde, ele alınan bazı konularla ilgili bilimsel araştırmaların sonuçları da yansıtılmaya çalışılmıştır.
10. “Ahir Zaman İlmihali”nin önemli bir diğer özelliği, Kur’an merkezli, Kur’an-Sünnet bütünlüğü ve uyumu prensibini benimseyen bir metodolojik yaklaşımın ürünü olmasıdır.
11. Bu eser sadece Müslümanlar için değil, aynı zamanda Müslüman olmayanların da İslam’dan yararlanabilmeleri için kaleme alınmıştır.
12. “Ahir Zaman İlmihali” konular arasındaki oran açısından da farklıdır. Zira genellikle metafizik (akaid-kelam) ve ahlak alanına çok cılız bir biçimde temas eden, ağırlığı ibadetlere ve fıkhi hükümlere veren ilmihallere mukabil, ibadetler alanını asgari düzeyde tutan, gereksiz ve faydasız detaylara girmekten kaçınan, buna mukabil metafizik ve ahlak alanı ile toplumsal alana vurgu yapan bir perspektifin ürünüdür.
13.Bu eser, önceki ilmihaller gibi erkek egemen bir bakış açısından yazılmış olmamak için, kadın akademisyenlerin de değerlendirmesine tabi tutulan bir ilmihal olma özelliğine sahiptir.
14. Ve nihayet bu eser, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlık yorumu aracılığıyla, tarihin öznesi olmaya aday yeni nesil Müslümanların yetişmesine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
KIRBAŞOĞLU’NUN KİTABA YAZDIĞI “ÖNSÖZ”
Allah’ın (cc.) adıyla,
Bu satırları yazmaya başlarken, bir yandan Washington’daki Amerika’nın Sesi Türkçe yayınında Müslümanların terörist olmadıkları, onların da Amerikalılar gibi barıştan yana oldukları yolundaki, bildik/alışılmış yorumların —iyi niyetli— bir yenisini dinliyordum. Öte yandan da seni, onu ve beni yani bizi nasıl bir geleceğin beklediğini düşünüyor, gelecekte neler yapılması gerektiği sorusunu —hemen her gün sorduğum bu soruyu— kendime bir defa daha soruyordum. Artık içimizin-dışımızın 11 Eylül hikâyeleriyle dolup taştığı bir sırada, gelecekte ne yapmamız gerektiği sorusunun cevaplarından birisi olarak düşündüğüm bu kitaba da, 11 Eylül’den bahisle ve 11 Eylül’de söze başlayacağım hiç aklıma gelmezdi. Fakat sonradan düşündükçe gördüm ki, —11 Eylül’ün, yeryüzünün gerçek şer odaklarının maskelerini düşürmesi ve insanlığın onları daha yakından tanımış olması gibi son derece müspet rolü yanında— İslam dünyası için de, tarihinin önemli bir dönüm noktasını teşkil etmesi de mümkündür. Zira İslam bir yandan 11 Eylül sürecinde Batı tarafından terör ile eşanlamlı hâle getirilmeye —kasıtlı olarak— çalışılmakta, buna mukabil İslam dünyası çok farklı tepkiler vermekte, daha doğrusu ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette bocalamaktadır. Bu durumun tek kelimeyle manası İslam dünyasının tarihin dışında kalmasıdır. Bir başka ifadeyle İslam dünyası tarihin öznesi değil, nesnesi durumundadır. Tarihin şu andaki öznesi olan Batı —Kıta Avrupası ve Amerikasıyla Batı— ise, insanlığı son derece vahim gelişmelerin eşiğine getirmiş bulunmaktadır. Batı, yeryüzünün beşeri-maddi bütün imkânlarını kendi egoizmi ve çıkarcılığı uğruna vahşice, hoyratça, zalimce, adaletsizce, müsrifçe talan etmeye devam etmekte ve bu düzeni “Globalizasyon” ‘yeni dünya düzeni’ etiketi altında kendi dışındaki dünyaya dayatmaya ve kalıcı hâle getirmeye çalışmaktadır. İslami terminoloji ile ifade edecek olursak “şer odakları” her çeşidiyle “munker”i yay(gınlaştır)makta; “hayır odakları” ise her çeşidiyle “ma’rûf”u yeryüzünde egemen kılmakta başarısız kalmaktadırlar. Bu denklemde İslam dünyasının olması gereken yeri elbette ki “hayr”ın safında olmak, hatta öncülük rolü oynamaktır:
İşte böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara karşı şahit olasınız, peygamber de size karşı şahit olsun. (2/el-Bakara, 143)
Siz insanlar için [tarih sahnesine] çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği (ma’ruf) emreder kötülüğü (munker) yasaklar/engeller, Allah’a iman edersiniz. (3/Âlu İmrân, 110)
Ne var ki İslam dünyası şu anda böyle bir rolü yerine getirebilecek durumda değildir, zira bunun için gerekli donanıma sahip değildir. Burada söz konusu olan “donanım” sadece madde planında “kalkınmışlık-gelişmişlik”ten ibaret değildir, bilakis asıl donanım eksikliği hiç düşünmediğimiz bir alanla, yani “Müslümanlığımız” ile ilgilidir. Bu noktada “İslam dünyası İslam’dan uzaklaştığı için geri kalmıştır, tekrar İslam’a dönerse bütün problemler çözülür” şeklindeki yüzeysel ve yaygın yaklaşımdan bir farkımızın olup olmadığı akla gelebilir. İki söylem arasındaki zahiri benzerliğe rağmen, özde çok derin bir fark bulunduğunu hemen ifade edelim. Bu derin fark yaygın söylemdeki “İslam’ın geçmişteki yorumlardan ibaret, geleneksel yaklaşımların tekrarı niteliğindeki geleneksel/taklidi bir “İslam” olması; her şeyin hazır İslami çözümlerinin elde mevcut olduğunun “varsayılması”; buna mukabil bizim işaret ettiğimiz “Müslümanlık”ın yeniden inşa edilmesi gereken bir “dünya görüşü” olmasıdır. Daha açık bir ifade ile İslam dünyası problemin sadece verili bir İslam’a dönmek kadar basit olmadığını; bilakis dönmeye ve ihyaya çalıştığı verili “İslam”ın birçok iç problemle karşı karşıya bulunduğunu, dolayısıyla kendi “İslam”ımızı kendimiz inşa etmekte mükellef olduğumuzu bilmesi gerekir. Yine bilmesi gerekir ki, bu yeniden inşa süreci parçacı ve yüzeysel değil, kapsamlı ve köklü bir çaba olmak zorundadır. Zira artık İslam sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık göz önüne alınarak ve gezegen ölçeğindeki gelişmelere merkezi bir önem verilerek yeniden formüle edilmek durumundadır. Bu yeni formülasyonu, “İslam’ı bir “dünya görüşü” olarak sunmak” şeklinde özetlemek mümkündür. İşte elinizdeki eserin temel hedefi İslam’ı bir “dünya görüşü” olarak sunabilmek, amacı da, bu suretle İslam dünyasının tarihe müdahil olmasını sağlamaya yönelik bir katkıda bulunmaktadır. Açıktır ki böyle bir teşebbüs İslam’ı Kelime-i Şahadet, namaz, oruç, hac ve zekât ile sınırlayan ve “İslam’ın şartı beştir.” şeklindeki yanlış anlayıştan yola çıkan “ilmihaller”den kesinlikle farklı olacaktır. Bu sebeple sizlere sunulan bu eser, bilinen anlamıyla bir “ilmihal”den öte bir şey olacaktır.
Elinizdeki bu eser, “ilmihal” geleneğinde bir kırılma ve yeni bir anlayışın yerleşmesi yönünde atılmış bir ilk adım olabilirse amacına ulaşmış olacaktır.
Bir tevafuk eseri 11 Eylül’de yazmaya başladığımız bu esere son noktayı koymak, yine bir tevafuk eseri, hem tarihin önemli sayfalarından biri olan Çanakkale Zaferi’nin 95. yıldönümünde, hem de Üçüncü İntifada’nın başlangıç günlerinde nasip oldu. Bu vesileyle, bu eserin, yeni Çanakkaleler yaşanmaması için, bu mücadelede imkânsızı mümkün kılan imanın davasını yüklenecek olan “Âsım’ın Nesli”nin ilmihâli olmasını diler, bu neslin yetişmesine de vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.
USÛL ÜZERİNE
İlmî kurallara uyularak yazılan eserler, okuyucuya sunulan bilgilerin güvenilirliğini sağlamak bakımından her zaman tercihe şayan olmakla birlikte, genel okuyucu için bu tür eserlerin, kolay okunur olmasını engelleyen unsurları da bünyelerinde barındırdıkları malumdur. Ülkemizde okuma alışkanlığı çok düşük seviyelerde olup buna bir de genel okuyucunun ağdalı ilmî bir üslup ve tarzda yazılmış olan eserlere mesafeli yaklaştığı gerçeğini eklersek, mesajını toplumun geniş kesimlerine ulaştırmak isteyenlerin eserlerini, farklı bir tarz ve üslupta kaleme alma cihetine gitmelerinin sebebi de anlaşılmış olur. Sizlere sunmuş olduğumuz bu eser, sadece akademisyenlere, entelektüellere, ilmî eserleri okumaktan haz alanlara değil, yedisinden yetmişine toplumun tamamına yönelik ve onlara ulaşmayı amaçlayan bir eser olması itibarıyla, ilmî usûl ve üsluptan ziyade fikre, yani şekilden ziyade muhtevaya öncelik veren bir yaklaşımın ürünüdür. Bir anlamda bu eserde, ilmî konuları genel okuyucu seviyesine indirerek geniş kesimlere ulaştırmayı amaçlayan “popüler bilim” anlayışının benimsendiği de söylenebilir. İlgiyle, zevkle ve kolayca okunan, ama aynı zamanda okuyucuyu ilmî ve fikrî açıdan mümkün olan en üst seviyeye çıkaran bir eser yazmak ise takdir edilir ki kolay bir iş değildir. Her ne kadar genel anlamda eserin muhatap kitlesinin yedisinden yetmişine toplumun tamamı olduğunu ifade etmiş olsak da öncelikli muhataplarının kabaca 15-55 yaş arası kesim, yani toplumun en dinamik ve eğitimli kesimi olduğunu, tahsil düzeyi itibarıyla de lise-üniversite eğitimi almış olanların hedef kitleyi oluşturduğunu belirtmekte yarar vardır.
İşte bu hedef kitleyi, yirmi birinci yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlık ile tanıştırabilmek amacıyla yazılmış olan bu eser, öncelikle çağdaş İslam düşüncesinin bugün geldiği noktayı özet olarak okuyucuya aktarmayı, bu özeti yazarın kendi bakış açısı ve katkılarıyla şekillendirerek sunmayı amaçlamıştır. Bu amaca ulaşmak için izlenen usûl ise ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:
1. İslam’ı anlatan pek çok eserden, bilhassa ilmihal, namaz hocası vb. eserlerden farklı olarak bu eserde, sadece ve sadece bugüne yönelik bilgiler sunulması amaçlanmıştır. Tarihte kalmış, günümüzde geçerliliğini yitirmiş, günümüze hitap etmeyen, genel okuyucu için gerekli olmayan teknik malumatın tekrarlanmasından ya da geçmişte kalmış tartışmaların günümüze taşınmasından özellikle kaçınılmıştır.
Eser, tamamen bugüne yönelik, günümüz şartları, meseleleri ve gelişmelerinin esas alındığı bir eser olduğu kadar, gelecekteki muhtemel gelişmeler de mümkün olduğu oranda dikkate alınmıştır. Bu amaçla İslam’ın çeşitli konulara olan bakış açısı, değişen durum ve şartlara uyarlanabilecek olan değişmez ilke ve esaslar şeklinde formüle edilerek sunulmaya bilhassa özen gösterilmiştir.
2. Eser, İslami bilgi kaynakları hiyerarşisi uyarınca Kur’an’ı ilk ve en üst düzey kaynak kabul ederek, Kur’an merkezli bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. İkinci sırada yer alan Sünnet’e olan yaklaşımımız, zaten asırlardan beri Müslümanlığımız içerisinde fiilen yaşanmak suretiyle sürdürülmekte olan fiilî mütevatir sünnetlerin devam ettirilmesinden ibarettir. Üçüncü sırada yer alan hadis kitaplarındaki rivayetlerin ise Alternatif Hadis Metodolojisi adlı kitabımızda benimsediğimiz zihniyet ve bakış açısı çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle dikkate alındığı burada belirtilmesi gereken hususlar arasındadır.
3. Ülkemizde yaygın ve egemen olan geleneksel uygulamalar göz önüne alınmakla birlikte, eser herhangi bir mezhep veya meşrep esas alınarak, onların ihtiyaçları gözetilerek kaleme alınmış değildir. Bilakis bu eserde, mezhep-meşrep ayrımı gözetmeksizin, Kur’an ve Sünnet ile uyumlu olan bütün yorumlar, yaklaşımlar ve değerlendirmeler bir potada eritilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımı kısaca, Sünni (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Zahiri, Selefi, Eşari, Maturidi), Şii, Zeydi, İbadi, Selefi, Sufi, bütün alt gelenekleri içerisine alan klasik İslam geleneğinin ve bütün renkleriyle çağdaş İslam düşüncesinin tamamına sahip çıkmak şeklinde özetlemek mümkündür.
4. Bu eserde, çağdaş İslam düşüncesinin ürünü olan çeşitli eserlerden ve bilimsel araştırmalardan ilham alınmış ve yararlanılmıştır. Bunlardan bir kısmına metinde işaret edilmiş olmakla birlikte, eseri dipnotlara boğarak okunmaz hâle getirmemek için her bir alıntı için dipnot verilmesi cihetine gidilmemiş, sadece, istifade edilen eserler “Kitabiyat” kısmında toplu olarak zikredilmiştir. Ancak çağdaş İslam düşüncesine ait eserleri yakından tanıyanlar, bilhassa birinci bölümü okurken alıntılarda İsmail Râcî Fârûkî’nin, Garaudy’nin, Şerîatî’nin, Aliya’nın, Fazlur Rahman’ın nerelerde konuştuğunu adım adım takip edebileceklerdir. Alıntılar, metnin akışkan ve rahat okunabilir bir bütün oluşturabilmesi için bazen aynen, bazen özetleme, ekleme-çıkartma, atlama gibi değişiklerle sunulmuştur. Yararlanılan eserlerin çoğu tercüme olduğundan tercümeler, bilhassa ayetlerin ve hadis rivayetlerinin tercümeleri kontrol edilip, gerekli düzeltmeler yapılarak sizlere takdim edilmiştir.
5. Her ne kadar eserin Kur’an ve Sünnet temelli olduğunu ifade etmiş olsak da, eserde hadis rivayetlerine sıklıkla atıfta bulunulduğu pek söylenemez. Hâlbuki İslam’ın günümüzde ne anlama geldiği, nasıl anlaşılması gerektiği sorusuna cevap teşkil etmesi beklenen bir eserde, okuyucunun Hz. Peygamber’e izafe edilen birtakım rivayetlerle de tanışmak isteyeceği açıktır. Bu ihtiyaca cevap vermek amacıyladır ki kitabın sonuna bir “Seçme Hadisler” ve “Hz. Peygamber’in Dilinden Dualar” bölümü eklenmesi cihetine gidilmiş, seçilen rivayetlerin her zaman ve mekânda Müslümanlara yol gösterebilecek genel-geçer nitelikte ilkeler ihtiva etmesine dikkat edilmiştir. Rivayetler seçilirken Alternatif Hadis Metodolojisi’nde önerilen usûlün esas alınması gerektiği hâlde, bu usûl uyarınca hadis rivayetleri arasında bir seçme yapmak için yıllar sürecek bir çalışmayı beklemek gerekecektir. Bu nedenle siz okuyuculara sunulması hayli gecikmiş olan bu eseri daha da geciktirmemek amacıyla bu çalışma “şimdilik” kaydıyla ertelenmiştir. Buna rağmen en-Nevevî’nin Riyâzu’s-Sâlihîn adlı eserinden İslam’ın temel öğretileri, Kur’an ve —mütevatir— Sünnet ile uyum hâlinde olduğunu düşündüğümüz birtakım rivayetlerin —yine şimdilik kaydıyla— sizlere elinizdeki kitabın son kısmında sunulmasının gerekli ve yeterli olduğu düşünülmüştür. Bu suretle en azından Alternatif Hadis Usûlü’nün “Kur’an ve Sünnet’e Uygunluk” ilkesine riayet edilmesi amaçlanmıştır.
6. Dil ve üslup konusunda da gereken titizliğin gösterilmesi gereğine olan inancımız, bizi olabildiğince açık, anlaşılır ve didaktik bir dil kullanmaya, çağdaş kavramlardan oluşan bir kavramsal çerçeve içerisinde kalmaya, yorum ve değerlendirmelerde tamamen günümüze ait örneklere başvurmaya, ancak aynen sürdürülmesi gereken birtakım İslamî terim ve kavramların muhafaza edilmesinden de geri kalmamaya sevk etmiştir. Özellikle İslami şahıs isimlerinin ve kavramların yazılışı konusunda ise alışılmışın dışında birtakım kullanımlara rastlanması okuyucularımızı şaşırtmamalıdır. Zira burada da amacımız, ilmihâl türü bir eser sunarken aynı zamanda kültürün doğru bir şekilde aktarılmasını da sağlamak ve bilimsel yazım kurallarını uygun bir biçimde aktarmaktır. Mamafih çağdaş bir dil ve üslup kullanma ve tamamen günümüze ait örneklere başvurma konusundaki hassasiyetten dolayı, eserin ilk bakışta, alışılan ilmihallerden ve namaz hocalarından farklı olarak, sosyoekonomik ve teopolitik yönü ağır basan bir bakış açısına sahip olduğu fark edilecektir. Ancak eserin amacı, öncelikler, kapsam, zihniyet ve metot açısından, bugüne kadar yazılmış ve hâlâ da yazılmakta olan ilmihallerden farklı bir yaklaşımı sizlere sunmak, bu alanda bir değişimin zorunlu olduğu mesajını vermek olduğundan, izlediğimiz çizginin isabetsiz olmadığı düşüncesindeyiz.
Diğer yandan eserin amacı kuru bilgi vermek değil, İslam’a dair bir bilinçlenme sürecini de başlatmak olduğundan, eserin gerektiğinde etkili bir üslupla duygulara hitap etmesi de ihmal edilmemiştir.
Özetle ifade etmek gerekirse, sizlere sunmakta olduğumuz bu eser, ilmihal geleneğinde bir kırılma noktası olabilmek, gezegenin ve insanlığın bir yok oluşa doğru gittiği bir dünyada İslam’ı, hem Müslümanlar hem de diğer bütün insanlık için bir kurtuluş ümidi olarak takdim edebilmek gibi bir idealizmin ürünüdür. Elbette alışılmışın dışında, hatta ezberleri bozucu, belki bazı çevreleri rahatsız edici birtakım unsurları bünyesinde barındırabilir, hatta barındırmalıdır da. Aksi takdirde, yazılacak olan eserin eskilerin yeniden üretilmesinden, eskinin “yeni” etiketiyle pazarlanmasından öteye geçmeyeceği aşikârdır ki bunun örnekleri sayılamayacak kadar çok olduğundan, bunlara bir yenisini eklemenin akıl kârı olmadığı da yeterince açıktır.
Şunu da unutmamak gerekir ki, ilim ve fikir erbabının görevi, hak ve hakikat peşinde koşmak, doğru olanı savunmak ve gezegen ve insanlık için hayırlı olanın yaygınlaşıp egemen hâle gelmesi için çaba harcamak, mücadele etmektir; yoksa popülizm yaparak, ya da tepki çekmemek için, yanlış da olsa kitlelerin hoşuna gidecek düşünceleri pazarlamak ve savunmak değildir. Hele söz konusu olan İslam ve Müslümanlık ise, bu alanda söyleyecek sözü olanların, insanlardan önce Allah’a karşı sorumlu olduklarını bilerek kalem oynatmaları gerektiğini de hatırla(t)makta yarar vardır.
Biz de sözlerimizi, İslam ulemasının bilinen geleneğine uyarak şöyle noktalamak isteriz: Bu eserde isabetli, doğru ve güzel olan ne varsa Allah’ın bir lütfudur; isabetsiz, yanlış ve yakışıksız olanların sorumluluğu ise bize aittir.
Yine de her şeyin en doğrusunu Allah bilir.